21 Nisan 2009 Salı

yaşam tarzı endişeleri

Bizi tanıyor musunuz? Bizimle ne sıklıkta karşılaşıyorsunuz? Aynı ülkede yaşamamıza rağmen, ne derecede "beraber" yaşıyoruz? 

Bize pek fazla rastlayamazsınız. Örneğin ailemizin her ferdinin ayrı arabası var, otobüslerde sıkış tıkış gidemeyiz. Şehrin gürültüsünden, kirliliğinden, trafiğinden ve kozmopolitliğinden uzak rezidanslar başlıca yaşam alanlarımızdır. Alışveriş merkezlerinin en üst katlarında geziniriz. En pahalı restoranlara gideriz, yemekler çok iyi olduğundan değil, "nezih" mekanlar olduklarından. Çocuklarımız özel okullarda, en iyi hocalardan eğitim alırlar. "Dünya" vatandaşı olsunlar diye. Ama dibimizdeki dünyayla ve halkla temasımızı da "minimumda" tutarız. Dünya öyle soyut bir yerdir bizim için. Hem öyle ayaktakımıyla uğraşamayız, işimiz-gücümüz var arkadaş!

Aslında restoranlara bile gitmeye gerek yok, veririz siparişi, rezidansımıza kadar getirirler. Zaten burada herşey var, sinemamız, starbucks'ımız, migrosumuz, DNR'ımız, vakko'muz..ülkenin geri kalanında ne olduğu, kimlerin nerelerde, nasıl yaşadığı bizi pek de alakadar etmez. Maaşımız yatsın, lüks harcamalarımız kısıtlanmasın, yeterli. Arasıra kanald'mizi açarız, dünyada olup bitenden haberdar oluruz. Böyle de duyarlı, alakalı insanlarız.

Aa ekonomik kriz mi varmış? Eyvah eyvah..işsizlik de çok arttı. Hii, belediye salonunda içki yasak mıymış? Aman tanrım, neler oluyor? Şu hükumet yönetemiyo bu ülkeyi canım.

Müthiş korunaklı yaşantılarımıza en ufak bir "dış etki" gelmeyegörsün. Ülkenin geri kalanıyla kıyaslandığında mükemmele yakın hayatlarımızda, ufacık bir pürüz..Bembeyaz sicilimizde, tertemiz rejimimizde ufacık bir leke. Yine bir yerlerde içki mi yasaklandı? Mini etek giyen bir kızımız laf mı işitti? Kemalist bir dernekte arama mı yapıldı? O halde darbe meşrudur. Gazeteler çarşaf çarşaf yazarlar, "duyarlı çevreler" hemen o çok tanıdık vaveylaya başlarlar.."harekete geçmek lazım, ülkenin çivisi çıkmış!". 

Sonuçta paramız var! Bütün dünyada parası olan insanlar nasıl yaşıyorsa bizim de öyle yaşamaya doğal olarak hakkımız var. Nişantaşı'nda nasıl dolaşıyorsak, Fatih'te de öyle dolaşmaya hakkımız var! Nevizadede nasıl içiyorsak Konya'da da öyle içme hakkımız var! Biz, merkezi temsil ediyoruz. Bizi engelleyen, karşısında MERKEZİ bulur, tamam mı?!

Neyse ki çocuklarımızın kafasına dipçikle vurulmuyor, neyse ki çocuklarımız taş attı diye senelerce hapiste sürünmüyor, neyse ki anadilimizde konuştuğumuz zaman hapse atılmıyoruz, neyse ki kıyafetimiz yüzünden üniverste kapılarından kovulmuyoruz..yoksa bu sefer nükleer bombalara falan sığınmamız gerekecekti!

Bütün bunlar olurken; devlet bütün baskı mekanizmalarını merkezin dışında kalmışların üzerine salarken biz rahatız. "Onlar" hizaya gelmeliler. Bize benzemeliler. Yani ilerlemeli, çağdaşlaşmalılar. Yoksa, muhatabımız dahi olamazlar. Mazallah, aramıza sızmaya çalışanlar var. Neyse ki "kamusal alan" bize ait. Modernliğin, çağdaşlığın, laikliğin, demokrasinin patentini biz aldık.

Gidip görmeyeceğimiz yerlerde, tanışıp konuşmayacağımız insanlara ne olursa olsun. Onlar bu ülkenin artıkları, fazlalıkları. Bize ayakbağı olmaktan başka yaptıkları birşey yok. Ya bizim gibi olsunlar, ya da ne halleri varsa görsünler. 

Obsesif derecede yaşam tarzımıza düşkünüz. Ancak öylesine izoleyiz, öylesine babil kulesi bir yaşam tarzı benimsemişiz ki..Hayatın kendisinden, sokaktan, mahalleden, bütün o karmaşık ilişkilerden, bağırış-çağırıştan, itiş-kakıştan, halkın gündeminden o kadar uzağız ki.. O kadar az bir alan paylaşıyoruz ki ülkenin "geri kalanıyla"..Şu kadarcık bir yaşamın, özel şartlarda üretilmiş bir fanus habitatının nesini sahipleniyoruz? Bu yüzeysellik, bu kopukluk, bu izolasyonla, ölüden farksızız. Ve o yüzden görmüyorsunuz bizi, o yüzden komiğiz, o yüzden trajiğiz ve her yanımızla tepeden tırnağa çelişkiliyiz..

15 Nisan 2009 Çarşamba

festival yazısı

O kadar festivale gidiyoruz, bir adet festival yazımız olsun değil mi? Zaten çok sık karşılaştığım soru ve sorgulamalara karşı artık böyle bir yazı yazmak farz oldu. 

En çok şununla karşılaşıyorum: "Abi festivale niye para vereyim yaa, evimde divx izlerim mis gibi.."

Sanırım en kapsamlı soru bu, biraz detaylı açıklamam gerekiyor. Artık hemen hemen her filmin divx'ini bulmak mümkün, evet bu doğru. Ancak evde konsantre bir şekilde izlemek kolay değil. Telefon çalabilir, kapı çalabilir, tuvaletiniz gelir, karnınız acıkır vesaire..bunun yanısıra internet, insanı felaket meşgul eden ve konsantrasyonunu bozan bir icat doğrusu, msn'den ileti gelir, bir mail bekliyorsunuzdur filmi durdurup onu kontrol edersiniz, iki çift laf edeyim sonra devam ederim dersiniz, bu liste uzar da uzar. 

Bunun yanısıra teknik imkanlar söz konusu olduğunda, doğru düzgün ses sistemi olan ve büyük ekranlı bir sinemada izlemekle evde bilgisayarda seyretmek arasında dağlar kadar fark olduğunu, herhalde söylememe bile gerek yok.

Ayriyeten sinemaya gitmek, çok değişik bir sosyalleşme eylemi. Karanlıkta oturuyorsunuz, etrafınızda sizinle aynı amaç için oraya gelmiş ve o karanlıkta oturan insanlar var ve pür dikkat filmi seyrediyorlar. Tanımadığınız insanlarla beraber filmi seyrederken, bazı vurucu sahnelere aynı şekilde "aa" diyorsunuz, bazı komik sahnelere hep beraber gülüyorsunuz, ekrandan yayılanların sadece sizi değil, etrafınızda ve o karanlıktaki herkesi etkilediğini düşünüp, bir kez daha etkileniyorsunuz. 

Bir de şu var ki, yönetmenler ağırlıklı olarak filmlerini  doğru düzgün bir ses ve görüntü sisteminde bir oturuşta izlensinler diye düşünerek çekiyorlar. Örneğin David Lynch filmlerinin DVD'lerinde sahne seçimi bulunmaz, çünkü film belirli bir akış ve temposu olan bir bütündür, bölünemez. (neye benzedi bu ya?)

Bir soru çeşidi de şöyle: "Üstüste o kadar film izleyince, filmler birbirine karışmıyor mu?"

Bilmiyorum, belki de karışıyordur. Ancak ben filmlerin hissiyatına bakıyorum daha çok. Filmi izlerken belli bir hissiyatı verebiliyorsa başarılı buluyorum Filmdeki en zor iş de atmosfer yaratmak diye düşünüyorum. Yani bir oyuncu performansı veya bir şiddet-seks-komedi sahnesi insanı etkileyebilir, ama bir atmosfer yaratmak ve onu bütün filme yaymak gerçekten ustalık gerektirir ve sinemayı sinema yapan da odur. Bence insanlar filmden birşey anlamaya değil de hissetmeye çalışmalı. Ne demiş Woody Allen; hayatta kavranmaya değer şeyler, beyin tarafından kavranamaz.

Son olarak, yetkililerden sadece eski klasik filmlerin oynatıldığı bir festival veya sinema salonu talep ediyorum!