Öncelikle askeri vesayet rejimi dediğimiz rejimde askerin fiilen yönetmesi gerekmiyor. Biz zaten kendi kendimizi, askerin istediği vatandaş'a uyarlamaya uğraşıyoruz 80 küsur yıldır. Hepimizin içinde bir askerlik şubesi mevcut, verdiğimiz siyasi kararları, politik duruşlarımızı, argümanlarımızı ona uygun yapmaya uğraşıyoruz. Devletin gözünde ancak böyle "uslu vatandaş" olabiliyoruz. Anayasa'nın "ruhu"ndan tutun, milli eğitim denen hilkat garibemizin minicik çocuklara aşılamaya çalıştığı militarizme(hergün marşlar, andlar, hizaya gir, kol boyu mesafe koy, tek sıra yürü) ezberle, , oradan da "yıpratıyolar, tutun!" diye dava üzerine dava açılan gazetelere..
Tabii bu "askerlik şubesi" mantalitesi, Atatürk kültünde cisimleşiyor. Her içeriğe uygun bir Atatürk imgesi mevcut; kalpaklı veya Asker Atatürk, Başöğretmen Atatürk, Centilmen Atatürk, Politik Lider Atatürk, Anti-Emperyalist Atatürk, Rehber Atatürk, Devrimci Atatürk, Mütevazı Atatürk, Çocukları-seven Atatürk, Rakı içen Atatürk..Atatürk'ü bir nevi joker gibi her konu ve pozisyonda kullanmak, onu gerçek anlamda yıpratıyor. Her devlet dairesinde, her MEB yayınında, her derslikte, hatta bazen alelade dükkanlarda şu veya bu şekildeki Atatürk. Bizi gözetliyor, doğru mu davranıyoruz, doğru yöne mi gidiyoruz..ve işin doğrusu biz kendi kendimizi, sanki o gözetliyormuşçasına kontrol ediyoruz. O, herşeyi düşünmüş çünkü, herşeyin de en iyisini yapmış, biz de onu takip edersek hakikate, en ulu bağımsızlığa, en güçlü devlete ulaşabiliriz. Kendimiz için düşünmeye, yani sahiden "aydınlanmaya" henüz başlayabilmiş değiliz.
Etrafımıza şöyle bir bakalım. Başbakan'ın eşi GATA'ya giremiyor, başörtülüler kamusal alana(ki bu aslında devletin kamusal alanı, buna da bir oxymoron demek mümkün. ve aslında bunu yaparken laik devlet, başörtüsünün şart olmadığı bir İslam tasavvuru üretiyor, halbuki bu konuyla hiç meşgul olmaması lazım) hala giremiyor, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar hala kendi kimliklerini gönül rahatlığıyla sahiplenemiyor-sahiplenenlerin başlarına gelenleri görüyoruz..İmam hatipliler eşit koşullarda üniversteye girsin diye ve askerler sivilleri ilgilendiren suçlarda sivil mahkemede yargılansın diye yasalar çıkarılıyor ve bu yasalar, yetkisi olmayan ve açıkça hukuku çiğneyen mahkemelerce iptal ediliyor. Şu anda meclisten çıkarılacak herhangi bir yasayı, Anayasa Mahkemesi ilk 4 maddeye atıfta bulunarak iptal edebilir, böyle bir yetkisi olmamasına rağmen. Bu, nedir? YÖK'ün katsayı koyma yetkisinin olduğu ama kaldırma yetkisinin olmadığı ucube bir durum ortaya çıkıyor mesela. Bu, neyin diktasıdır? Eğer bu sivil diktaysa, istediğini yaptırmayı beceremiyor bence. Dolayısıyla iktidarsız. Ama hükumetin üzerinde, onun hareketlerini denetleyen, yasamayı kontrol altına alan bir başka "irade" olduğunu düşünüyorsanız-ki öyle görünüyor-işte bu tam olarak askeri vesayettir. Zaten 1982 Anayasası, bütün bu garip hukuki çelişkilerin ceryan etmesini sağlayan temel düzlemi sağlıyor. En azından bu anayasa değişse, bu vesayet bir nebze olsun kırılabilir.
TSK'dan pek bahsetmedik, bahsedelim. Geçtiğimiz hafta "sabrımız taşarsa elimizdekileri açıklarız" şeklinde müthiş bir çıkış geldi Genelkurmay'dan. Genelkurmay suç teşkil eden belgeleri elinde tutuyorsa bunları anında açıklamakla yükümlü değil midir? Uygun zamanı kollamak, medyadan ve devletten belli taleplerde bulunmak şantaja girmez mi?"Sabrımız taşarsa açıklarız" cümlesinin ardında "taşmazsa açıklamayız" iması yok mu? Sonra da yıpratılıyor diyenler çıkıyor. Sık sık yapılan bir başka vurgu da "üniter devlet" yapısı. Ordu'nun yönetim şeklinden sorumlu olduğu bir demokrasi bulunamaz. Meclis, diyelim federal yapıya geçmeye karar verdi. Doğru düzgün bir devlette herhangi bir kolluk kuvvetinin herhangi bir yöneticisi çıkıp da "biz buna karşıyız, izin vermiyoruz" diyemez, dememelidir. Diyecekse, meclise girmesi gerekmekte veya bir idari otoriteye sahip olması lazım gelmektedir. TSK'dan çıkan darbe planları, fişlemeler, toplumu "şekillendirme" projeleri, sağda solda saklanan cephaneleri saymıyorum bile. Şu açıklama bile "vesayet" için somut kanıttır. Türkiye için federatif sistem iyi midir, kötü müdür diye tartışmıyorum. Ama prensipte meclis buna karar vermişse buna itiraz edecek merci yine ancak meclis olabilir, tabii "egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" düsturunu benimsiyorsak.
Ha, bu vesayet AKP'nin, özellikle de işçi sınıfına yönelik göz göre göre yaptığı büyük haksızlıkların bir bahanesi elbette olamaz. AB yolunda tökezlemesinin, açılımda yavaşlamasının, darbe iddialarının yeterince üzerine gitmemesinin de bahanesi olamaz. Ancak, AKP eleştirisini mutlak hale getirip, sistemin, devletin geri kalanını eleştirmemek, muhalif bir tutuma değil, militan bir tutuma tekabül eder sadece, kaldı ki bugün AKP gitse yarın ona çok çok benzeyen bir başka parti gelecektir ve sistem değişmediği sürece kronik sorunlarımız devam edecektir. Dolayısıyla bugün devletin her kademesi (asker, polis, yargı, meclis, bürokrasi vs.) eleştiriden payını almalı ve değişmeye zorlanmalıdır, "yıpratılma" masallarıyla oyalanmak yerine, yıpratıcı öğelerden kurtulmayı amaçlamalıdır.
Bunlar, aslında bir durum tesbitiydi nihayetinde. Yapılması gereken nedir? 70 milyon insanın üzerinde uzlaşacağı, herhangi bir külte bağlı olmayan, somut insani veya ülkesel değerler bulunabilir mi? Herhalde yüzyıllardır cevabı aranan bir başka soru da bu. Benim şimdilik cevabım demokrasi, ama bu yeterli olur mu? Hele bir oraya gelelim, öyle düşünürüz deme kolaycılığına da kaçmak istemiyorum, çünkü bambaşka bir kavrama/yönetim şekline yöneleceksek, neden demokrasiyle uğraşıyoruz?
Kişi kültü ve vesayet konusunda daha fazlasını ve tabii daha kapsamlısını isteyenleri bu yazıya davet ediyorum. Vesayetsiz günler dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder