10 Aralık 2010 Cuma

yımırta

Hani neresinden tutsanız elinizde kalacak konular olur ya, şu son günlerdeki polis şiddeti ve yumurta savunusu aynen bu minvalde işte. Öyle ki kafamda yazının bitmiş haliyle uyandım, oturup yazmak kaldı sadece. Olaylar çok yönlü olmasına rağmen, zihniyetler kabak gibi ortaya çıkıverdi bu olaylarla.

Derhal bir polisi aklama girişimi başlatıldı dört koldan. AKP, utanmadı, sorumluları ayıklamaya girişmedi "polis yetkisini kullandı" dedi..Polisin böylesine hunharca, böylesine insanlık dışı bir müdahalede bulunmasının "yetki" olarak yorumlanabildiği bir ülkede yaşıyor olmak sizde de utanç, mide bulantısı, başağrısı, hiddet, nefret karışımı bir duygular silsilesi uyandırmıyor mu?

İşin bir de medya ayağı var..neler yazılmadı ki? Bu eyleme gidenlerin "patolojik sorunları" varmış (Türköne), gidenler maksatlıymış, örgütlüymüş (süpriiz!), hatta efendim ergenekoncuymuş, komplocuymuş..Yahu, hırsızın hiç mi suçu yok?! Esas patolojik vaka devlet şiddetinde, polis gaddarlığında değil mi? Bir kadıncağıza, hamile olduğunu bile bile copla vurmak, tekmelemek ne demek yahu, hangi insanlık, hangi yetki anlayışı bu eylemi meşrulaştırabilir? Vicdan denen şeyden nasibini alamamış bu kadar çok insanın bulunması insanı çileden çıkarıyor..

Bu kafayı yemiş medyada en çok rahatsız eden, saç baş yolduran, şüphesiz ki "hamile kadının orda ne işi var" lafıydı. Ataerkil zihniyet bu yorumda birleşti, billurlaştı adeta. Çünkü hamile kadının yeri eviydi, tek sorumluluğu karnında taşıdığı bebeğine karşıydı. Kendine karşı sorumlu olamazdı artık, sesini duyurma, sokağa çıkıp gösteri yapma hakkına haiz değildi. Zaten eylem dediğin, eninde sonunda polis copuyla, biber gazıyla bitmesi gereken, böyle zararlı kaka bişeydi. Böylesine aşağılık bir şiddet olayında bile faturayı mağdura kesmenin bir yolunu bulabiliyoruz ya...(bu üç noktadan sonra dilediğiniz küfürü yerleştirebilirsiniz)

Herneyse, bütün bunları yazdıktan sonra biraz daha genel bir noktaya dönmek ve biraz da eylemcilere bakmak istiyorum, orada da sorunlar var çünkü (polis şiddetiyle karşılaştırdığım zannedilmesin).

Şiddetin nerede nasıl kullanılacağı, hangi kapsamlarda "mazur" görülebileceği bu ülkede hiç tartışılmıyor. Şiddetin farklı çeşitleri, dozları olabileceği hiç düşünülmüyor. Mağdurun yanında duracağız, polis şiddetine karşı çıkacağız derken, yumurta atmayı, farklı bir tür şiddeti o kadar kolay meşrulaştırabiliyoruz ki, hızımıza kimse yetişemiyor.

Madem o kadar felsefe okuyorum ve şu sıra madem her tarafımdan Kant fışkırıyor, izin verin şöyle Kantçı etikle bir değerlendirme yapayım (kendi ukalalığımdan zevk aldığım anlar var, kabul ediyorum). "Öyle bir şekilde davranalım ki, bu davranışımızın prensibinin aynı zamanda evrensel bir kural olabilmesini de kabul edebilelim.".

Bir basın toplantısı, veya gösteri, veya yürüyüş, veya herhangi bir konuşma esnasında, beğenmediğimiz, katılmadığımız hatta açıkça düşmanı olduğumuz bir fikri dile getiren kişiye yumurta atmak meşrudur; sizce böyle bir prensip evrensel olmalı mı? Peki ya bu "öğrenci kollektifi" başka bir yerde eylem yaparken, seslerini duyururken, kendi fikirlerini ifade ederken bir grup AKP'li öğrenci gelse ve bu insanları yumurta yağmuruna tutsa; yani konuşmasına engel olsa..Bu kolektifin tepkisi ne olur?

Bana iki türlü olabilir gibi geliyor. Ya "arkadaşlar demokratik tepkilerini gösterdiler, teşekkür ediyoruz, biraz peçete alabilir miyiz?" derler. Ya da "Faşist-yobaz-gerici takımı kalleşçe saldırdı, bizi baskı altında tutmak istiyorlar, işte AKP zihniyeti" derler.

İkinci tepki gösteriyor ki, sizin prensibiniz evrensel olamaz, çünkü başkasına reva gördüğünüz muameleyi kendinize kalleş bir saldırı olarak algılıyorsunuz, katiyen kabul etmiyorsunuz. Birinci tepkiyi gösterecek kadar "aşmış" iseniz, daha bile beter. O zaman herkes, beğenmediği seslere karşı yumurta atmakta serbest; bunu bir norm olarak kabul etmenin ifade özgürlüğüne, diyalog olasılığına ne kadar zarar vereceğini görmemek imkansız.

Fiziksel şiddetin berraklaştığı anlarda fiziksel şiddetle karşılık vermek daha anlaşılabilir bir durum. Örneğin, arkadaşınızı, can yoldaşınızı, hatta sevgilinizi saçından tutarak sürüklemeye çalışan bir polise karşı "ama nolur bir saniye dinleyin" demekten ziyade var gücünüzle saldırırsınız gibime geliyor. Bu, rasyonel olmasa da içgüdüseldir artık, bir takım sınırlar çoktan aşılmıştır zaten. Ancak, bütün yapacağı "konuşmak" olan bir bireye karşı gösterilen fiziksel şiddetle, bu bahsettiğim ani patlama halindeki tepkisel şiddet arasındaki farkı iyi okumak lazım.

Dediğim gibi, burada polis şiddeti ve yumurta atmak aynı kefede tartılmalı demeye çalışmıyorum, "gaddarlık" konusunda polis rakip tanımıyor. Ama şiddetin hangi durumlarda "meşru" sayılabileceğini iyi tartmak gerekli. Şiddet üzerine düşünürken meşru'nun hemen ardından, adeta otomatikman gelecek olan laf "müdafaa" gibi geliyor bana..Diğer durumlardaysa, iki kere, üç kere, beş kere düşünüyorum, yine de herhangi bir konuşmacıya yumurta atmanın "demokratik hak" veya "ifade özgürlüğü" olduğu bir noktaya ulaşamıyorum.

Yani bir konuşmacıya verilecek olan cevap neden başka bir konuşma değil? Ayar vermek, rezil etmek, utandırmak, bunlar kelimelerle de mümkün, hatta daha bile vurucu. Yumurta atınca hem karşı taraf haklı çıkarılıyor, hem de kelimelere yaşam hakkı tanınmıyor.

Acaba kelimelerle yaptığımızı yumurtalarla da yapabilir miyiz?

2 Aralık 2010 Perşembe

critique of pure -isms?

Evet, böyle bir sorunum var. Belki başka yazılarda da dile getirmişimdir bu meseleyi, ancak şimdi şöyle derli toplu bir biçimde bütün bu saf -izm'lere eleştirel bir bakış getirmek istiyorum. Bunu yaparken genel manada sivil mücadeleyi küçümsediğimi veya değersiz bulduğumu düşünmenizi istemem, bilhassa ciddiye aldığım için bunları dile getirmem gerek. Bu yazıdaki eleştirilerin de "yapıcı" bir hissiyatla yazıldığını belirtmek isterim.

Basitçe feminizmi ele almak istiyorum, ancak örnekleri çoğaltmak mümkündür. Burada ele almadığım herhangi bir -izm, bu eleştirilerden muaf sayılmamalıdır. Feminizmi ele almamın sebebi, çok net, açık-seçik bir ayrımdan kaynaklanmış oluşudur yalnızca.

Tabii çok farklı kolları, çok farklı yaklaşımları olan bir alan üzerine kaba genellemelerle yaklaşmak yazının güvenilirliğini azaltacaktır, ama bu riski de göze almadan derdimi anlatmam imkansız. Mesele şu ki, feminist hareket bana yer yer "kadın" kimliğini konsolide etmeye uğraşırken, erkek kimliğini de daha aşağı bir konuma çekmeye çalışan bir hareket gibi geliyor. Buradaki temel itiraz elbette şu: Erkek kimliği o kadar egemen ki, haddini bildirmek gerek, kadın kimliğiyle eşitlemek gerek. Buna katılmamak imkansız, zaten dediğim gibi feminist hareketi gayet değerli de buluyorum. Ancak bu mücadele esnasında "kadın" dediğimiz şeye bir nevi yüce ve mukaddes bir "öz" atfediliyor, bu "öz"ün de tarih boyunca bastırıldığı, yaşamasına izin verilmediği öne sürülüyor. Bu, doğru dahi olsa, feminist mücadelenin hedeflerinin bu özü gerçekleştirme doğrultusunda gelişmesini biraz sorunlu buluyorum. Bunun sebebi, bu "öz" denen şeyin zaten erkek-egemen bir çerçevede, erkek-egemen bir dil içerisinden üretilmiş olması. Dolayısıyla bu öz'ün kadının kurtuluşu anlamına gelmekten ziyade, erkek-egemen dili bir başka biçim ve ad altında yeniden üretmesinden endişe duyuyorum. Bence bir -izm altında biraraya gelip, o -izm'in bütün gereklerini her ne pahasına olursa olsun yerine getirmeye çalışmak, biz erkeklere mahsus bir sığlık ve yetersizlik olarak kalsın; bunu derken tabii ki erkeklerin de bunu aşması gerektiğini ima ediyorum. Bir öz'ü gerçekleştirmeye çalışmaktansa, mutlak ve tartışılmaz öz'lerin yaratıldığı ve mücadelelerin de aynı eksenlerde yürütüldüğü o çerçeveyi kırmaya çalışmak bana daha anlamlı geliyor. Kısacası, demeye çalıştığım şey, feminist mücadele erkek-egemenliğinin alanını daraltıp yok etmeye uğraşırken, bu bahsi geçen kadın "öz"ünü de yok etmeyi hedeflemeli. Kısacası, tek bir cinsiyetin kurtuluşunu değil, bütün insanlığın bu "toplumsal cinsiyet" dediğimiz şeyden kurtuluşunu hedeflemeli gibime geliyor. Bu bağlamda, yani çok daha geniş çerçevede yapılacak mücadele, salt kadınların mücadelesi olmamzlı, yeri geldiğinde erkeklerin de bu mücadelenin bir parçası olma olasılığı bence düşünülmesi gereken birşey. Bunu yaparken erkek-egemen dilden/çerçeveden kaçınmak nasıl mümkün olacak? Elbette yeni bir dil ve yeni bir çerçeveyi üretmeye çalışarak.

İnsan bir -izm'e elini verince kolunu kaptırabiliyor bana kalırsa. Sonrasında bu -izm adına ne yapılırsa yapılsın, o -izm'e duyulan saygı sebebiyle hoşgörmek ve her halükarda savunmak zorunda kalınıyor. Kemalizmi, marksizmi görüyoruz işte; bu -izmler adına ne zulümler yaşandı, halen doğru dürüst bir özeleştiri, yanlış öğelerle araya mesafe koyma çabası yok. Mesele yine öz'e bağlanıyor çünkü; Kemalizmin bir "Kemalist insan" özü var, çağdaş, laik, devletini ve Atatürk'ü herşeyin önüne koyan makbul vatandaşı. Marksizm de keza öyle: her ne pahasına olursa olsun proleterya diktatörlüğünü gerçekleştirmeye çalışan, her mücadeleye sınıf perspektifinden bakan bir marksist mücadeleci özü. Oysa dünya tek bir görüş, tek bir öz'le açıklanamayacak kadar komplike ve bütün mücadeleler birbirleriyle içiçe. Üstelik bu "ne pahasına olursa olsun" düsturu, yıkıcı ve zarar verici eylemleri de içerisinde barındırdığından, -izmlerin elle tutulur bir biçimde kitleselleşmesinin önünde çok ciddi bir engel oluşturmakta. Sonuçta bir öz'ü aşırı önemli addederseniz, o öz'ün dışında kalanlar, o kalıplara uymayanlar sizin için önemini yitiriyor. Sonuç, kaçınılmaz bir cemaatleşme ve dışa kapalılık elbette. Bu cemaatleşmenin tezahürünü her yerde görmek mümkün.

O yüzden ben daha radikal bir -izm taraftarıyım. İzm'lerin kendisiyle de mücadele edecek, aynı anda birden fazla mücadelenin, birden fazla bakış açısının farkında olacak; mücadeleyi, kazanmak için, bir ideale ulaşmak için değil, sürekli bir yeniden tanımlama-yeniden mücadele düsturuyla gerçekleştirecek bir -izm. Kendi kendini yok saymaktan çekinmeyecek, herhangi bir öz'ü yüceltmeyecek bir -izm. Ve bu -izm'e nasıl ulaşacağız? Elbette bi adam oturup da bu -izm'in teorisini yazmayacak. Çünkü oradan da varacağımız yer yine o adamizm olur. Bu yeni izm bir çeşit iletişim içerisinde yeşerecek, sabit olmayacak, durağan olmayacak ve sürekli adapte olacak. Sanırım çıtayı çok yüksek tuttum ve çok ütopik bir -izm tanımladım. Ancak, daha önce de belirttiğimiz gibi, ya bu düzeni yeniden üretmeye devam edeceğiz, ya da bir ütopya kuracağız.