Aslında temel sorunum şu: siyaseten yanlış yerde duruyorum ben. "Bilenler"in yanında değilim. Ben analiz etmeye, anlamaya çalışıyorum. Oysa, özellikle de solun büyük bir kısmı, çoktan biliyor. Yeteri kadar Marx, Lenin, Engels okusaydım ben de bilirdim belki. Ama yetersizim işte.
Neyse, ironik girişleri uzun tutmamakta fayda var. Son zamanlarda yaptığım kimi siyasi tartışmalardan edindiğim izlenim şudur ki, bu ülkede sol'un ikiye ayrılmış olmasının epistemolojik bir bağlamı da mevcut. Kaba genellemeler yapmadan derdimi anlatabilir miyim bilmiyorum, o yüzden mazur görün. Ama sol.org.tr (yani TKP), Birgün (yani ÖDP) kadrosunun epistemolojik konumuyla, DSİP'in, bazı Taraf yazarlarının, Yetmez Ama Evet'çi kesimin epistemolojik konumu birbirinden epey farklı. Dolayısıyla son zamanlarda sertleşen tartışmaların bir kaynağı da bu gibime geliyor. Baştan söyleyeyim, elbette TKP-ÖDP çizgisi içinde, ve elbette DSİP-Taraf çizgisi içinde dediklerimin dışında kalan insanlar vardır, ben genel bir çerçeve üzerinden hareketle bu yazıya girişiyorum.
TKP-ÖDP çizgisinin söylemi son zamanlarda bizim tarafın (yetmez ama evet diyenlerin) "kandırıldığı" yönünde. Bu söyleme göre AKP bize referandumda ileri demokrasi vaadetmiş, bizler de (saf olduğumuz için) buna inanıp evet demişiz, ama AKP'nin kimi uygulamaları ve söylemleri demokratikleşeceği yerde otoriterleşmiş. Biz de, bir nevi, keklenmişiz. Oysa onlara uyup hayır verseydik, AKP tam tersine demokratikleşecekti...mi? Yoksa aşağı yukarı aynı tabloyla mı karşılaşacaktık? Bu bir sorunsal olarak cepte dursun.
Bu söylemin kaynağında epistemolojik varsayımları görmek çok kolay. TKP-ÖDP çizgisi, gerçekliği bütünüyle görme ve bilme yetisine sahip. "%42 sol, %58 sağ" manşetini başka türlü açıklamak imkansız çünkü. Ancak referandumun işaret ettiği nihai sonucu tam anlamıyla kavrayabilenler bu çıkarsamayı yapabilir. Ve ancak kıymeti kendinden menkul bir bilgelik MHP gibi bir partiyi sol'da konumlandırabilir.
Bu sol'a göre herşeyin zamanlaması manidar. Herşey aşırı biliniyor çünkü. Her edimin ardında daha derin bir motivasyon, gizli bir ajanda, bir takvim mevcut. Bizler, saf olduğumuz için, halkın somut taleplerine kulak veriyoruz (kürt meselesi, ermeni meselesi, başörtüsü, alevi sorunu vs). Oysa gözönünde bulundurmamız gereken şey, sözkonusu taleplerin hangi siyasi aktörlereyaradığı. Askeri vesayetle hesaplaşmak AKP'ye mi yarıyor? Öyleyse bu işte bir bit yeniği vardır. Yargı reformunu AKP mi getiriyor? Öyleyse burada yargıyı kontrol altına alma çabası vardır vs.
Bu çizginin kendisini daha "saf" Marksist addetmesi, bizim kesimi yeteri kadar solcu olmamakla suçlaması boşuna değil. Benim gibi düşünenlerin, solcu olmayan kesimlerle bazı konularda anlaşma, konuşma, hatta ittifak kurma gibi garip bir huyu var. Bunun da bizi siyaseten daha "melez" bir konuma taşıdığı muhakkak.
Dolayısıyla karşımıza iki türlü sol çıkıyor. Bir tanesi kurnaz, her türlü siyasi olayın arka planındaki çıkar ilişkilerini, gizli ajandaları tek tek tespit etme yeteneğine sahip. Nasıl mı? Referansları sağlam. Buna da değineceğim. Diğer türlü sol (yani benim de dahil olduğum) o kadar kurnaz değil, çünkü melez. Çünkü gerçekliğin sadece küçük bir kısmını algılayacağını biliyor. Çünkü gerçekliği anlamak ve anlamlandırmak için başkalarının, ötekilerin ve ötekileştirilmişlerin bakış açılarına da muhtaç olduğunu biliyor. Bu haliyle daha mütevazı elbette. Birkaç somut örneğe bakınca duruşumuz daha net ortaya çıkabilir..
Örneğin, biz melezler, başörtüsü meselesinde gönül rahatlığıyla "özgürlükçüyüz, ama salak değiliz"* diyemiyoruz. Salağız çünkü. Bir toplumsal talebin arkasındaki gerici ajandayı göremiyoruz. Onlar görüyorlar, çünkü salak değiller. Onlar, bilginin şaşmaz otoritesiyle kutsanmışlar.
Ve referandum sorunsalına geri dönecek olursak..Bugünlerde AKP'nin her yanlışı (özellikle polis şiddeti, hukuk skandalları) bu melez sol'un hanesine yazılmak isteniyor. Sanki referandumda evet diyerek biz bu olacaklara göz yummuşuz, sanki şimdi tepki gösterme hakkımız yokmuş gibi. AKP'nin kategorik olarak herşeyi yanlış, hatta kasten kötücül bir biçimde uygulayacağını varsayanlar, bizim de AKP'yi bir iyilik meleği, bir demokrasi havarisi olarak gördüğümüzü düşünüyorlar.
Problem şurada: ne yetmez ama evet'i anlamışlar, ne AKP'yi anlamışlar, ne de kendi duruşlarını. Anlamaya çalışmıyorlar, çünkü anladıklarını varsayıyorlar. Peşinen anladığını düşünen kişi, neden çaba göstersin? Yaftalayıp geç, artık o "cepheden" gelecek her türlü mesajı kendi dünya görüşüne göre yorumlayıp "bu liboş, bu gerici, bu yeterince sol değil, bu yalaka, bu yandaş" diye sıraya dizebilirsin..Sen ki herşeyi bilensin.
TKP-ÖDP çizgisini anlatırken, aslında ister istemez ulusalcı ideolojiye de değinmiş oldum. Çünkü benzer "herşeyi çoktan biliyor olma" hali, benzer pozitivist jargon ulusalcılıkta da mevcut. Buradan referanslarla ilgili bir tartışmaya geçeceğim, sıradaki yazıda..
*: Zamanında Birgün'den Melih Pekdemir'in öne sürdüğü "kurnaz duruş".
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder