15 Ocak 2009 Perşembe

oyuncaklarım nerde yaa?!

Şu hayattaki en büyük pişmanlıklarımdan biri, eski evimizden taşınırken oyuncaklarımı atmış ya da yuvaya vermiş olmamdır. Hangi akla hizmet yaptım böyle bişeyi? Artık oyuncaklarla oynamayacağımı düşündüm. Büyüdüm ya, benden küçüklere bağışlayabilirdim onları. Şimdi ne çok özlüyorum oyuncaklarımı yahu..

Dr. No vardı bitane, ellerine değişik silahlar takılabiliyodu. G.I. Joe elbette bikaç tane, çok elastikti onlar, kolları bacakları acaip oynardı. Ninja Kaplumbağalar, minibüsleriyle beraber. O minibüsün tepesi açılırdı, çizgi filmin jeneriğindeki gibi ordan gökyüzüne sıçrayacaklar, arkada dolunay varken silüetleri görünecek falan.. 

Sonra çocuk dergileri vardı, en meşhuru tabii ki Milliyet Çocuk'tu. Red-kit, Asterix, örümcek adam döne döne tekrar okuduğum çizgi romanlardı.. Ama benim esas takıntım"Dinozorlar" dergisiydi, Jurassic Park'tan sonra meşhur olmuştu elbette. Hiç unutmuyorum, Atlas-Copco şirketi bir dinazor iskeletinin çıkarılışını finanse ettiği için o dinazora "Atlascopcosaurus" adının verildiğini okumuştum o dergide! Hala unutmadıysam bu bilgiyi ölene dek unutmam herhalde. Her hafta bir T-rex maketinin parçalarını verirlerdi, inat edip hepsini biriktirmiş ve maketi yapmıştım. Atılır mı o ya?! Duracaktı şurada masanın üstünde, aah ah..

Terminatör oyuncağım da vardı, o iskelet haliyle. Gözleri karanlıkta kırmızı kırmızı parlardı. Bazen maç yaptırırdım onlara, alüminyum folyonun etrafına bant sararak top yapmıştım küçük bitane. Bazen de macera filmi çevirirdim, odamın etrafına ipler bağlardım, kahramanlar iplerden kayarak aksiyona dalarlardı.

Terminatör2'ye sinemada gitmiştim, müthiş etkilenmiştim. Hala izleyince heyecanlanırım. Jurassic Park ve Mask de böyle, o  filmlere gidişimi unutamam hiç.

Tabii arabalar vardı, kapılarının açılıyo olması çok önemliydi. İçine sığacak kadar küçük oyuncağım yoktu gerçi, ama olsun. Bazen kapılar kanat olurdu, araba da uçuverirdi.

Geleceğe Dönüş serisi meşhur olduğu zamanlar karton, kağıt, boya vesaire kullanarak o zaman makinası-araba karışımı aletin göstergelerini yaptığımı hatırlıyorum. İşte hangi yıla gidilecek, kaç basıyo, benzin falan. İlkokuldaydım. 

Oyun hamurları, balonlar, kuyruğunu sıkınca eklemleri oynamaya başlayan mekanik yılanlar, bileğine doğru hızlıca çarpınca bilezik olan enteresan plastik şeysi, yapbozlar, minyatür yeşil askerler..

Tabii bunların yanısıra bütün oyunlar için ayrı ayrı uydurulan ses efektleri, piyuuu, çuffff, bumm, tatatatata, vışşşşş, ciyuv ciyuv..

O zamanlar hiçbişeyin neden-sonuç ilişkisine bağlı olması gerekmiyordu. Etrafımdaki insanların davranışlarını analiz etmek, bir yandan kendi davranışlarımı kontrol etmek, akla-mantığa uygun hareket etmek gibi kaygılar yoktu. Herşey olduğu gibiydi, öyleydi, çünkü ben öyle olmasını istiyordum. Bu kadar basitti. Arkadaşlarla saçma saçma şeyler yapmazsak kendimizi tuhaf hissediyorduk. Şimdi tam tersi. Neymiş-büyümüşüz.

İnsan büyüdükçe ne çok gereksiz mesai yapmaya başlıyor..beynimizi yoruyoruz anlamlı bişeyler yapmak için. Halbuki, nedir? Neyi kovalıyoruz? Tutarlı olmak, süreklilik göstermek, istikrar niçin önemli? Niçin bir noktadan sonra aynı insan olmaya ömrümüz boyunca devam etmek zorundayız? Çocukken sadece çocuktuk. Yapmak istediklerimiz belliydi, ve varyasyonları sonsuzdu. Ellerimizle bişeyler yapardık, üretirdik. Şimdi saatlerce klavye başındayız, ürettiğimiz sadece laf. 

Şimdi oyuncaklarıma bakıp onlarla dertleşmek isterdim. Hayalgücümü kendi kendime de olsa gerçekten dışavurduğum zamanları hatırlamak isterdim. O günlerden hiç elle tutulur bişey kalmadı, sadece fotoğraflar. Bişeyleri biriktirmenin, sonra onlara bakıp geçmiş zamanı hatırlamanın güzelliğini bilemiyor insan o yaşlarda..

Bu vesileyle, herkese Masumiyet Müzesi adlı muhteşem eseri tavsiye ediyorum, onun hakkında da ayrıca bir yazı yazmayı düşünüyorum.

Oyuncaklarınızı saklayın!

Hiç yorum yok: