18 Ağustos 2009 Salı

kazanımlarımız

Ah ah yine çok ihmal ettim blogu tatil ayağına. Neredeyse ayda bir yazar oldum. Halbuki yazılacak, düşünülecek, üretilecek ne kadar çok şey var.

Şu sıralar "Kürt açılımı" etrafında gelişen tartışmalar var elbette. Ancak ben bunun teorisine girmek istemiyorum şu anda, bunu zaten herkes konuşuyor ve anlatan çok da iyi anlatıyor.

Ben özellikle açılıma karşı çıkanların öne sürdüğü fantastik bir hikayeyi ele almak istiyorum. "Cumhuriyetin kazanımları" hikayesini. Çünkü, bu ülkede bişeyler değişecek olduğu zaman, bu değişimin karşısında duranların otomatikman yumurtlayıverdiği isim tamlaması bu. Fakat bu kazanımların içeriği üzerinde pek durulmuyor. Demokrasi için ne zaman radikal, daha önce görülmemiş bir adım atılsa, "kazanım"ları kaybetme korkusu sarıyor yurdum muhalifini. Öyle ya, şu 80 yılda neler neler kazandık!

Şimşekleri üzerime çekmek pahasına soruyorum: cumhuriyetin kazanımları nedir? Şu an içinde bulunduğumuz "ahval ve şerait içinde dahi", hangi kazanımımızla gerçekten gurur duyabiliyoruz? "Evet, ülkemiz şu şu durumda ama hiç değilse şuyumuz var" diyebildiğimiz, gerçekten, ne var?

Belki farklı kesimler için farklı "kazanımlar" söz konusudur. Cumhuriyet, belli zümrelere belli avantajlar sağlamıştır elbette. Ama "cumhuriyetin kazanımları" deyince ben herkesin hemfikir olabileceği, bu ülkede yaşayan herkesin bir yerinden tutabileceği ortak bir ilke aklıma getirmeye çalışıyorum. Ve her nasılsa bulamıyorum. Bulursam, bu sefer bu ülkenin yaşandığı onca çalkantıyı, onca çatışmayı, onca kaosu nasıl açıklayabiliriz zaten? Sağ-sol çatışması, müslüman-gayrimüslim çatışması, alevi-sünni çatışması, dinci-laik çatışması ve liste uzayıp gider..Bütün bu çatışmaların en önemli nedeni, cumhuriyetin ortak bir zemin, hepimizin meşruiyetini kabul ettiğimiz müşterek bir platform, diğer bütün değişim ve devrimlerin üzerinde bir "kazanım" sağlayamaması değil midir? Bir "1000 yıllık kardeşlik" hikayesi var örneğin. Şu 1000 yıla bakalım, acaba son 100 yılda çatıştığı kadar çatışmış mı bu toprakların insanları birbirleriyle? Ne oldu da 1000 yıllık kardeşlik bozuldu, kardeşim? Bi batırıverin çuvaldızı devlete!

Şu kazanımların neler olabileceğine bakmak istiyorum, gerçekten. Diyanet işleri başkanlığının, zorunlu din derslerinin, devletten maaş alan imamların olduğu bir ülkede laiklik bir kazanım olabilmiş midir? Dahası, üniversteye gelen genç kızların kılığını kıyafetini denetime tabi tutan bir devlet, kendi rejimine ne ölçüde güvenmektedir?

Devlet yönetimi artık babadan oğula geçmiyor, halk kendi yöneticisini seçiyor dedik. İyi, güzel. Peki ya Özal'a kadar bütün cumhurbaşkanlarının "genelkurmaylıktan terfi ederek" gelmesi neyin nesiydi? Halkın, hem de yüksek oy oranlarıyla seçtiği milletvekillerinin darbelerle alaşağı edilmesi, bir başbakanın asılması, belki yüzlerce gazetenin, STK'nın, sendikanın darbe dönemlerinde kapatılması, halkın iradesi miydi?

Peki ya eşitlik? Şu Kürt meselesi etrafında tartışılanlara bakıyorum, kimisi böyle bir sorunun olmadığını, ülkede herkesin eşit derecede süründüğünü, ve geçmişte Kürt cumhurbaşkanımızın bile (muhtemelen Özal'ı kastediyorlar) olduğunu söylüyor. İyi de, bu ülkede siyasetçiler hiçbir zaman ciddiye alınmadılar, zaten bu ülkede siyasetçilere yalnızca gelirin (veya daha doğrusu rantın) paylaşımını organize etme görevi verildi. Dolayısıyla siyasetçilerimiz de yolsuzluklarla, aşırı gösterişli özel hayatlarıyla, yakınlarına sağladıkları ekonomik avantajlarla anılır oldular. Eh, bunu çok büyük bir kısmı haketti de.

Bu ülkede hakiki "siyaset" işini bürokrasi ve asker birlikte yürütmüştür. Bütün anayasalar darbe dönemlerinde yönetimi elinde tutan kesimin ürünüdür. Son yıllara kadar MGK da, Anayasa Mahkemesi de ülkenin yönetiminde TBMM'den çok daha fazla insiyatif sahibi olmuştur. Dolayısıyla cumhuriyet tarihi boyunca "iktidar" aslında siyasette veya hükumetlerde değil, bürokraside ve TSK'da toplanmıştır.

Cumhuriyetin kazanımlarından biri "eşitlik" olabilir mi? Bunun için bir Kürt cumhurbaşkanı, ya da başbakan olabiliyor mu diye bakmak yersizdir, çünkü bu makamlar aslında "devletin 1 numarası" değildir. Esas şu soruyu cevaplamak lazım: bu ülkede Kürt bir genelkurmay başkanı düşünebiliyor musunuz? Veya Ermeni bir Anayasa mahkemesi başkanı? Veya MGK'da herhangi bir pozisyonda yer alabilecek bir Rum? Hadi genelkurmay başkanlığı en tepe diyelim, orgeneral düşünebiliyor musunuz? Cumhuriyet tarihinde böyle birşey görülmüş mü? Bu ülkenin gidişatına her daim askerler ve bürokrasi karar verdi. Ve o karar mercilerinde hiçbir zaman Kürtler, Rumlar, Ermeniler ve hatta Aleviler bile yer almadı. Yalnızca Sünni Türkler, (tabii din vurgusunu hafif kılmak şartıyla) bu iktidar pozisyonlarını işgal ettiler. Bu, size eşitlik ilkesi hakkında neler söylüyor?

Şimdi, bu "kazanım" tartışmalarında mutlaka ortaya atılan şu meşhur "Kadınlara seçme ve seçilme hakkı" mevzusuna gelelim. Bu, kuşkusuz çok önemli bir "açılım"dı. Ancak bununla bitti mi? Kadınlar üzerindeki baskı, kadınlara uygulanan iktidar, Osmanlı zamanındakinden çok mu farklı oldu? Evet, bir devrimin bütün iktidar mekanizmalarını bir anda değiştirmesini bekleyemeyiz, ancak bu büyük "modernleşme" atılımı sayesinde bütün "satıha" nüfuz etmiş ataerkil zihniyetin en azından yumuşaması gerekmez miydi? Halen kadının giyim kuşamına, dinine-ideolojisine, hangi tarihi figürü sevebilip hangisini sevemeyeceğine karışmayı vazife biliyoruz. Halen şiddet gören kadınlarımız için "mor çatı"lar açmamız gerekiyor, hem de yalnızca belli bir kesimde, belli sosyo-ekonomik şartlardaki kadınlar için değil, tüm kesimlerden kadınlar için. Tamam kadın milletvekillerimiz ve hatta bakanlarımız oldu, ama genel olarak, kadınlarımız bu ülkede yaşamaktan memnun mu? Türkiyede bir kadın olarak doğmak, iyi şans mı?

Ben bu "şans" kalıbını seviyorum. Örneğin bu ülkenin güneydoğusunda bir Kürt olarak dünyaya gelmek ister miydiniz? 1900'lü yılların başında anadoluda bir ermeni olarak yaşamış olmak ister miydiniz? Bu ülkede bir gayrimüslim olarak yaşamak bir ayrıcalık sayılabilir mi örneğin? Öyleyse kimi kazandık, neyi kazandık?

Daha sayılması gereken çok şey var esasen, azınlıklar hakkında, çocuklar hakkında, siyasi suçlular hakkında, cezaevleri hakkında, sağlık ve sosyal güvenlik kurumları, polis ve asker ve yargı ve..Herşey. Bu ülkede tepeden tırnağa herşeyin değişmesi için mücadele etmeyen bir muhalefete muhalefet demek mümkün değil. Burada antiparantez şunu da belirtmek istiyorum: AKP'nin bu ülkenin demokratlarında birazcık kredisi varsa, çok ufak ve önemsiz dahi olsa, ve hatta gerisi gelmemiş de olsa, daha önce söylenmemiş şeyleri söylemesi, iktidar sahiplerinin sorun olarak bile görmediği şeylere "sorun" adını ilk kez devlet katında vermesindendir. Ve aynı zamanda demokratların en ufak bir "açılım" ihtimalinde bu kadar heyecanlanması da, daha önce bunun sözünü dahi etmeyen, bir değişimin gerekli olduğunu dahi belirtmeyen hükumetlerden bıkıp usanmış olmasıdır.

Şimdi devletin ve ülkenin önündeki şu tabloya bakın; bu devletten beklediğini alamayan, hem geçmişte hem de bugün bizzat devlet tarafından mağdur edilen onbinlerce insanı düşünün ve samimiyetle cevap verin: Kazanımlar, gerçekten bunlar mıdır? Vaadedilen, veya bahsi geçen kazanımların hangisi ciddi manada uygulanmış ve halka maledilebilmiştir? Demokrasiye doğru evrilmek yerine, çürümüş bir devleti ve kurumlarını, çürümüş bir rejimin sözde kazanımlarını mı korumamız gerekiyor? Muhalefet partileri müthiş kazanımların olduğu bir ülkede mi yaşıyorlar gerçekten?

Bütün bunların üzerine gelecek argümanı çok iyi biliyorum. "Keşke Atatürk olmasaydı da görseydin bu ülkenin nasıl ilkellikten, sefaletten kırılacağını". Bu da elbette başka bir yazının konusu olacak. Kazanımlı günler dilerim.

Hiç yorum yok: