27 Ekim 2009 Salı

hassasiyet, ifade özgürlüğü ve "politik doğruculuk"

Bugünden itibaren evde olduğum her gün kısa da olsa bi yazı yazacağım desem, inanır mısınız? Ben bile kendime inanmıyorum, ama denemeye karar verdim.

Ne zamandır değinmek istediğim bir konuya Serdar Turgut'un bir yazısı ve Rojin'in tepkisi üzerine değinmeye karar verdim. "Politik doğruculuk" (politically correctness) ifade özgürlüğünü ne zaman baskı altına alır, veya ne zaman gereklidir, veya gerekli midir?

Öncelikle polemiği bilmeyenler için kısaca anlatayım: Serdar Turgut 24 Ekim'de "PKK teröristi olmadığıma pişmanım" başlıklı, bence bir hayli keyifli bir yazı yazdı. Ve alışılmış üslubuyla çeşitli fantezilerini sıraladı. Bu fanteziler arasında Rojin'i dağa kaçırmak, onunla evlenmek ve hatta seks kölesi haline getirmek dahi var. Ve bugün çıkan habere göre Rojin bu yazı yüzünden Serdar Turguta dava açacakmış. Yargılanıp da ceza alırsa, Turgut 6 aydan 4 yıla kadar hapis yatabilir.

Rojin'in açıklaması, dava açma girişiminden bile beter: "Serdar Turgut’un ‘dağa kaldırmak’, ‘seks kölesi yapmak’ gibi ağzı salyalı erkek edebiyatının en ucube cümlelerine fütursuzca kullanmaya cesaret etmesinin nedeni, benim Kürt olmam mı, hele de kadın olmam mıdır".

Doğrusu ben bu sözlerde aşırı bir alınganlık ve hassasiyet seziyorum. Öncelikle Serdar Turgut'un gözünün ucuyla görebildiği hemen her kadınla ilgili böyle fantezileri olduğuna can-ı gönülden inanıyorum. Aslında inanmıyorum, biliyorum. Çünkü yazılarını biraz takip etseniz Marge Simpson'dan Anne Bancroft'a, Özge Uzun'dan çeşitli porno yıldızlarına kadar birçok kadın hakkında çeşitli cinsel fantezilerini defalarca yazmış bir insan. Dolayısıyla bu "ağzı salyalı" cümleleri yazmasının Rojin'in etnik kimliğiyle veya cinsiyetiyle hiçbir ilgisi yok.

Peki bir insan cinsel fantezilerini, üstelik mizahi olduğu apaçık olan bir üslupla yazdı diye yargılanmalı mıdır? Hatta hapis yatmalı mıdır?

Tamam Rojin'in yaşadığı zorluklar var, bu toplumda Kürt olmanın da kadın olmanın da getirdiği fazladan mağduriyet de var. Bunun yanısıra Kürt sorununda "çözüm" arayışları da had safhada. Serdar Turgut'un buna yabancı olduğunu düşünmüyorum. Ama mizahta biraz absürdlüğe, biraz ölçüyü kaçırmaya müsade yok mu? İnsanın arada sırada, ne kadar ciddi olurlarsa olsunlar, toplumsal figürlerle dalga geçmeye hakkı yok mu? Böyle bir yazı yüzünden bir adamın 4 yıl hapis yatması, yeni bir mağduriyet yaratmak değilse nedir? Mağdur psikolojisiyle hareket edip yeni mağduriyetler yaratmak..toplum olarak içinde bulunduğumuz kısırdöngünün formülü buna benzemiyor mu?

Eğer Turgut bu yazı yüzünden ceza alırsa, Türkiye'deki ifade özgürlüğü kavramının ne kadar absürd olduğuna bir kez daha kanaat getirmiş olacağım. Zira daha geçenlerde "Her şehit için 5 DTP'li öldürülmeli" diye yazan köşeyazarı, beraat etti. Evet, bu laf ifade özgürlüğüne girebiliyor. Bence ifade özgürlüğü "şiddete teşvik" noktasında durmalıdır. Ama onun dışında gerçekten neyin hakaret, neyin hiciv olduğu konusunda oturup düşünmek gerekiyor. Bir düşüncenin ifadesi hangi koşullarda suç olabilir?

Bence Rojin'in vereceği en güzel cevap "senin çükünü keserim" olurdu. Ciddiyetle söylüyorum bunu. İfadenin cevabı, yeni bir ifade olmalıdır, doğrudan mahkeme celbi değil. Hoş, bu cevap Serdar Turgut'u belki daha bile tahrik edebilirdi ama, olsun. Herşeye aşırı hassasiyet, aşırı ciddiyetle yaklaşmak ve hayatla, kendimizle, etrafımızla dalga geçmeyi doğrudan "hakaret" olarak algılamak bizim temel sorunlarımızdan biri. Hali hazırdaki sorunlarımızı daha da içinden çıkılmaz bir hale sokuyoruz böyle yaparak. Hayatı, kendimizi, ideolojimizi aşırı ciddiye alıyoruz. Gelip-geçiciliğimizi, önemsizliğimizi, hayatın kısalığını "davalarımız" yüzünden unutuveriyoruz. Mizahı, fanteziyi, hep bir hor görme, aşağılama olarak algılıyoruz. Çünkü aslında korkuyoruz, ufacık bir laf, kısacık bir cümle bütün gerçekliğimizi, inandığımız bütün değerleri, en önemlisi de kimliğimizi alaşağı edebilir diye korkuyoruz. Bu yüzden, benliğimizin bir parçası haline getirdiğimiz "sürekli mağduriyet" bilincini her fırsatta yeniden körüklüyoruz, sağlamlaştırıyoruz. Haliyle hem kendimizi, hem de etrafımızdaki insanları sıkıntıya sokuyoruz.

Taraf gazetesinin geçen gün imza attığı skandaldan sonraki tavrı hoşuma gitti doğrusu. Evet, skandal büyüktü ve hatta belki yaptırımı da olabilir, ama Taraf gazetesi, NTV'nin Tarafla dalga geçen fotoğrafını kendi sayfalarına da taşıdı ve "hakettik!" yazdı. Oysa aşırı alınganlık gösterip "bu kadarı da fazla, biz ciddi bir gazeteyiz" tutumuna girebilir ve polemiği uzatabilirlerdi.

Slavoj Zizek, bir konuşmasında Saraybosnadaki en edepsiz fıkraların hep en büyük acıların yaşandığı zamanlarda ortaya çıktığını anlatıyordu. Mizah, acının, felaketin, yıkımın adeta panzehiriydi. Kişinin kendini korumasını, yaşadığı korkunç olaylarla arasına bir mesafe koymasına yarıyordu. Bizim de bu absürdlükler ülkesinde yaşananlara biraz daha mizahi bi gözle bakmamız, hiçbişey için değilse akıl sağlığımız için gerekli değil mi? Kaldı ki sürekli mağduriyet ve yenilmişlik hissiyle hareket ediyorsanız, zalimler galip gelmiş ve benliğinizi sizden almış demek değil midir?

Hiç yorum yok: