24 Kasım 2009 Salı

sivilleşiyor muyuz ne?

Son iki haftadır yaşananlar insanı şaşkına çeviriyor. Burası gerçekten de yarın uyandığınızda ne olacağını bilemediğiniz bir ülke. Çat diye AB'ye girebiliriz, demokratikleşebiliriz, bir anda asker kapımızı çalabilir, hükümet bizzat diktaya yönelebilir..herşey karmakarışık.

Hoş, geçmişte de karmakarışıktı diyeceksiniz. Sanırım öyleydi, ama bir farkla: bugün herkes konuşabiliyor. Sanırım yavaş yavaş sivilleşen ve sesini çıkartan bir toplum haline gelebiliyoruz. 301'leri, faili meçhulleri, sansürlü yılları geride bırakıyoruz. Tabular, kırmızı çizgiler, kutsallaştırılmış resmi ideoloji ve tarih açık açık tartışılmaya başlandı. Artık en kemalist, en asker-yanlısı gazetecilerin-milletvekillerinin-kanaat önderlerinin-hatta askerlerin bile görmezden gelemediği ve belki de ilk defa bu kesimleri özeleştiri yapmaya zorlayan bir momentumu var toplumun.

İşte Onur Öymen'in Dersim ayıbına karşı 300 CHP'linin istifası. Bundan daha sevindirici bir haber olabilir mi? CHP'den bile insana ümit veren bir hareket-bir söylem yükselebiliyor işte. Ha gayret!

Ve 25 kasımda olağanüstü bir toplu grev planlanıyor. Umarım Başbakanın aba altından sopa göstermesine aldırmadan yüzbinlerce işçi ve memur sokaklara dökülecek ve "hayat" duracak. Onlara insan gibi yaşam koşulları sağlamadan bu "hayatın" ilerleyemeyeceğinin farkına varması gereken çok kodaman var bu ülkede. Bu noktadan sonra hem iktidar hem de muhalefet kendine bir çekidüzen vermek zorunda kalacak gibime geliyor. Çünkü artık insanların sesi çıkmaya başladı, ha gayret!

Devletine ya da patronuna, müdürüne, komutanlarına, vekillerine boyun eğen milyonlarca insandan ibaret bir toplum, AB'ye girse ne olur, gayrisafi milli hasıla milyar dolarlara ulaşsa ne olur..Bunun farkına varmaya başlıyoruz bana kalırsa ve bu sayede 12 eylül'ün kabuğu artık onarılamayacak bir biçimde çatladı. Bu noktadan geriye dönüş imkansız. Ama halen bir belirsizlik, bir güvensizlik var, o yüzden sürecin "kesintiye" uğraması da söz konusu olabilir.

Herkesin takkesi düşüyor ve toplum; biraz kendi kelliğine şaşırırken, devletin korkunç bir aymazlık ve soğuk bir profesyonellikle senelerdir uyguladığı zulme isyan ediyor. Artık sadece kahve köşelerinde değil, meclis oturumlarında da Dersim katliamı, OHAL, zorunlu göç, yakılan köyler ve daha nice faşizan uygulama dile getiriliyor.

İlk kez, bu ülkede başka darbe olmasın diye, darbe girişimlerine karşı, derin devlete, çetelere, cuntalara karşı yürüyüşler yapılıyor. Usulsüz dinlemelere karşı protestolar düzenleniyor. Kürt açılımına karşı da yürüyüşler düzenleniyor. Düzenlensin, hepsi yapılsın ve ortaya dökülsün. Burada yürüyüşlerin ideolojik angajmanı benim için ikinci planda-insanlar sokağa insin ve derdini herkese duyursun. Bu "dertlerde" samimiyet sorgulaması yapmak olmamalı şu an önceliğimiz (tabii şiddete meyledenlerden bahsetmiyorum). Sokağa inen herkese bir söz hakkı verilmeli. Bir hesaplaşma, bir yüzleşme olacaksa, bu; sembolik kişi ve kurumlar arasında değil, sivil toplum platformunda-sokakta-karşı karşıya olmalı. Başka türlü tanışmak, ve karşındakini anlamak, ya da öteki'nin çarpıtılmamış sesini duymak mümkün değil.

Bunca yıldır evlerimizde kapalı kalmak-düşündüğümüzü söyleyememek-söylediğimizde başımıza gelebileceklerden korkmak bizleri köreltti. Kokuştuk, ve ürkek bir toplum olduk. Kulaklarımızı tıkadık. Merkez medyadan gözucumuza sızan haberlerse biz'e benzemeyen herkesin iç veya dış "mihrak" olduğunu salık veriyordu. Elimizde öteki'ne dair hiçbir veri olmadığından, ve dahası bir veri alma zahmetine giremeyecek kadar kendimizden-ideolojimizden-tarihimizden-haklılığımızdan emin olduğumuzdan, içimizdeki bu düşmanlığı büyüttük. Tabi bu ısrarcı sağırlığımız-bu seçilmiş cehaletimiz sayesinde "öteki tarafta" da sabırlar iyice zorlandı.

Bunca yıl bu devletin zulmü nasıl da konuşulmamış, nasıl da ülkenin doğusu batısından bu denli kopmuş, nasıl da birbirimizin acısından, mutluluğundan, zenginliğinden, fakirliğinden bihaber yaşamışız..Sokakları devlete terk etmişiz işte, bu tabloda bizim de payımız çok! Artık "yıpratmamaya özen göstermemiz gereken kurumlar" konuşmasın ya da davranmasın bu halk adına. "Ulusal çıkarlar" karargahlarda değil, sokaklarda, miting alanlarında, panellerde, grevlerde, gösterilerde belirlensin. Varsın hayat bir günlüğüne, ya da birkaç günlüğüne dursun. Varsın, biraz daha para kaybedelim. Yeter ki konuşmaya, tanışmaya, toplum olmaya başlayalım.

Ha gayret!

Hiç yorum yok: