Tam bu noktada uç senaryolar baş gösterecektir. "Ya meclisten hilafet kanunu çıkarsa, ya kadınlara örtünme zorunluluğu çıkarsa??". Ama bir bekleyin, çıksın? Çıkınca harekete geçeriz, meraklanmayın. Ama bu örnekler hep bahane olagelmiştir. Uç olmayan senaryolarda (yani bugün yaşadıklarımız karşısında) bulunulan pozisyon meclis iradesinin tam karşısı değil midir?
Az biraz bu işlere kafa yormuş, iki üç kitap okumuş kişi bilir ki yargı her zaman siyasaldır. Mevcut devlet yapısını, mevcut iktidar ve üretim ilişkilerini korumak üzere "programlanmıştır". Nihayetinde devletin baskı araçlarından biridir yargı; devletin ve altyapısının öngördüğü sosyo-politik yapılanmayı, anayasa ve kanunlar nezdinde, kolluk kuvvetlerinin de doğrudan gücünü kullanarak toplumun üzerine zorla uygular. Hemen hiçbir kapitalist devlette yargı bağımsız bir hakem rolünü oynamaz, ideolojiktir ve taraflıdır. Buna rağmen, bağımsızdır da. Varoluşu reel politik konjonktürden ziyade devletin kuruluş dönemi zihniyetine dayanmaktadır.
Bu bağlamda "yargı siyasallaşıyor" demek, aslında kuruluş ideolojisinden uzaklaşıyor, çoksesli bir hale getiriliyor, farklı zihniyetlere açılıyor demektir. Kendimize demokrat diyeceksek bunu desteklememiz, çoksesliliğin önünü açmamız ve yargıyı tek bir ideolojinin tekelinden çıkarmamız gerekmektedir. Bu, yargının siyasi olmaktan çıkarılmasını sağlamasa da, görece daha tarafsız bir tutum sergilemesinin yolunu açabilir.
Evet, dün ne oldu, mahkeme bir kez daha yetkisini aştı, bir kez daha ülkedeki "vesayeti" gözler önüne serdi. Yine de ben iyimserim, bunların artık son çırpınışlar olduğunu düşünüyorum. Referandumdan evet çıkacağını varsayarak Anayasa Mahkemesi'nin yapısının epey değiştirileceğini, bunun da kısa vadede bu tip hukuk ihlallerinin önüne geçebileceğini zannediyorum.
Tabii ki gerçek çözüm yeni bir anayasayla mümkün. Referandumdan çıkacak olası bir "evet", AKP'ye yeni bir anayasa için gerekli güveni verir mi? Bunu görücez.
Haşim Kılıç'a yöneltilen "Bu sefer de esasa girdiniz, bundan sonra da girecek misiniz" sorusuna verilen "Bugün böyle oldu, yarın ne olacak bilemeyiz" cevabı, yüksek yargının çaresizliğini ve yenilgisini yansıtıyordu bence. Askeri müdahaleler devri zaten kapanmıştı, yargısal müdahaleler devri de bu zayıf müdahaleyle beraber kapanma sürecine girmiştir diye düşünüyorum.
Bunlar işin reel politik yanı. Teorik bir bakışla olayı irdelersek karşımıza "hukuk devleti" ile ilgili bir takım çelişkiler çıkıyor.
Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler içeren bir Anayasa, nihai iktidarın-demokratik bir cumhuriyette olması gerektiği gibi-halkta değil, Anayasa'da ve dolayısıyla yüksek yargının elinde olduğunu ima etmektedir. Bu maddeler ne olursa olsun, daha önceki mahkeme kararlarında olduğu gibi herhangi bir değişiklik bu "değiştirilmesi teklif dahi edilemez" maddeler üzerinden iptal edilme riskiyle karşı karşıyadır.
Bu noktada iktidarda hangi partinin olduğu, bu partide nasıl eğilimlerin bulunduğunun hiçbir önemi yok. Her türlü iktidar partisi bu engelle karşılaşabilir, dolayısıyla meclis her daim bu maddelerin gölgesi altında yasa çıkartmak mecburiyetindedir. Bu, bir rejim fetişizmidir; oluşturulmuş rejim ve onun anayasası öylesine mükemmel, öylesine ilerici, öylesine yüksek standartlardadır ki, bunun daha iyisini yapmak mümkün olmadığı gibi, "daha iyisini yapacağını ima etmek" dahi yasaklanmıştır. Böyle tarih dışı, tarih ötesi bir anayasa yazmak mümkün müdür gerçekten? Hangi ilkelerle, hangi insanüstü nosyonlarla böyle bir anayasa yazılabilir?
Yine burada dillendirilecek olan uç örnek argümanlarına karşı, ben de başka bir uç örnek vereyim; bu sefer ters yönden. Şunu düşünelim; belki ileride bambaşka bir sosyo-politik yapı, devletler için bambaşka bir organize olma yolu keşfedilecek? Etrafımızdaki bütün ülkeler müthiş bir başkalaşım geçirirken, bizler değiştirilmesi teklif edilemez maddelerimizle geride kalmaya devam mı edeceğiz? Bir rejim değişikliğine ihtiyacımız olduğunda (ki var aslında) halk olarak elimizden gelecek hiçbişey yoksa, içinde yaşadığımız rejime demokratik bir cumhuriyet diyebilmemiz mümkün mü?
Değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerin içeriği çok da önemli değil. Ancak bu maddeler içinde bir garabet daha var ki, sanırım "kimlik" üzerine yapılan ne kadar kavga-mücadele varsa bundan kaynaklanıyor. "Devlet, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" maddesi. Tamam bir adet devletimiz var. Bu devlet de toprak bütünlüğünün korunması gereken bir ülke üzerinde faaliyet gösteriyor. Yani devlet ve ülke bölünmez bir bütün olabilir elbette. Ancak millet? Millet neden bu cansız ve insansız bütünün "bölünmez" bir parçası olmak zorunda? Milletin içindeki farklı unsurlar, neden kendilerini aynı milletin bölünmez bir unsuru olarak görmek zorunda olsun? Kürt sorununun ana çatışma noktalarından birisi da budur işte. "Bölünmez millet" kavramı, hiçbir farklılığa, çok kültürlülüğe izin vermez. Bölünmez milletin farklı parçaları, farklı etnik unsurları olamaz. Parçaları yekpare ve birebir aynı olan bir bütün varsayılmaktadır. Burada rejim fetişizminin yanında bir millet fetişizmi de görülmekte. Bu millet sabittir, ilelebet sabit kalacaktır, içinden herhangi bir unsur farklılaşmayacak ve bu yapı birebir korunmaya devam edecektir. Fakat "gerçek" rejim ve "gerçek" millet bu varsayılan insanüstü-tarihüstü öngörülere uymuyor. Ve ortaya sürekli kriz halinde, sürekli değişimin her türlüsünden korkan ve yasaklamaya çalışan bir devlet yapısı ortaya çıkıyor.
Bu yapının değişmesi ve ülkenin normalleşmesi için çözüm, yine anayasa, yeni anayasa ve beraberinde yeni bir rejim, yeni bir devlet gerekiyor. Geleceğe ipotek koymayan, toplum ve devlet yapısında oluşabilecek değişimleri öngörebilecek ve karşılayabilecek, "ucu açık" bir anayasa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder