19 Ocak 2010 Salı

19 ocak 2007

Kendimizi nasıl adlandırıyoruz?

Türk. Doğru. Çalışkan. Bu küçük yaşlardan beri bize öğretilmiş. Yaşımız ilerledikçe başka "gösterenler" buluyoruz kendimize; demokrat, liberal, komünist, devrimci, milliyetçi, vatansever, ulusalcı..

Dikkatimi çeken birşey var, dile gelen hep "sol"dur bu ülkede. Sol, bir gurur kaynağı, bir zeka göstergesidir adeta; namuslu bir duruşun, mağdurun-emekçinin tarafını tutmanın sembolik adıdır. Peki sağ nedir? Dinci nedir? Gerici nedir?

Sözgelimi, islamcıyım diyen çıkar bu ülkede, ama kendisini "dinci" olarak adlandıran pek çıkmaz. O, yapıştırılan bir sıfattır. "Ümmetçiyim" diyen de çıkar, ama "gerici" başkası tarafından bireye işlenen bir yaftadır. İnsan kendisine "ben sağcıyım" der mi peki? Ben pek duymadım. Ama "solcuyum" lafını muhakkak herkes, biryerlerde duymuştur.

Bundan nasıl bir sonuç çıkarmalı? Sağ, zaten hep iktidardaydı, o yüzden konuşmaktan ziyade eylemde bulundu diyebilir miyiz? Sol ise hiç iktidarda olamadı, bu nedenle hep söylem üretmek, kendi varlığını konuşarak göstermek zorunda kaldı diyebilir miyiz? Peki her görüşten insanın bir dönemde mutlaka şiddete yönelmiş olmasını nasıl açıklayabiliriz? Şiddet son çare midir? Haklı bir tepki midir? Alternatifi yok mudur?

Bunlar sıradan meseleler. Asıl mesele başka, asıl mesele "ana gösteren"de (evet, yine Lacan). Ana gösteren nedir? Bir insanın benliğinde kendisini en derinden özdeşleştirdiği kavram. Ancak bu kavram, hiçbir zaman birey tarafından kavranamaz da. Yalnızca başkalarının bu kavramı bütünüyle anladığı varsayılır ve ideolojik düşünce işte bu varsaymadan yola çıkar.

Örneğin "Türklük" nedir? Nasıl tanımlanır? Bu coğrafyada doğmuş olan herkesi kapsamadığı aşikar, peki bütün TC vatandaşlarını kapsar mı? Kapsayabilir, ama bu ülkenin vatandaşı olmayıp da kendisini "Türklük"le özdeşleştirmiş insan olamaz mı? Türklük neler içerir? Zeka mı, cesaret mi, özgürlüğe düşkünlük mü, mertlik mi, savaş çığırtkanlığı mı, milliyetçilik mi? Kendisini Türklük'le özdeşleştiren herkesin şaşmaz bir biçimde uzlaşabileceği yekpare bir özellik mevcut olabilir mi? Türklük, net çizgilerle tanımlanıp belirlenebilir mi? "Ben Türküm" diyen bir insan, aslında toplamda neyi ifade etmektedir?

Soruların fazlalığı, Türklük adlı gösterenin, aslında gösterdiği somut bir varlık olmamasından kaynaklanıyor. Ancak, kendini Türklükle özdeşleştirenler, belli başlı bazı Öteki'lerin bu Türklük bilgisine bütünüyle haiz olduğunu varsaymaktalar. Kendileri bilemese de, başkalarının kesinlikle bildiğine inanmaktalar. Kimdir bu başkaları? İlk başta akla Atatürk geliyor elbette. En basitinden "Ne mutlu Türk'üm diyene" vecizesi sayesinde, kendini Türklükle özdeşleştirenler, Atatürk'ün Türklüğü net bir şekilde kavradığı çıkarsamasını yapabiliyorlar. Ve ona dayanarak "biz de onun gibi kendimizi Türklükle özdeşleştiriyoruz" diyorlar. Ortada net bir tanım, veya ortak bir karakteristik özellik yok, sadece kavramı derinlemesine bilen bir Öteki mevcut.

Evet, öyleyse kendimizi nasıl adlandırıyoruz? Söylemeye gerek yok, Türklük yalnızca bir örnek. Aslında demokrat, komünist, islamcı, sağcı, solcu dediğimizde de, çerçevesi ve tanımı belli kavramlar kullanmıyoruz; yalnızca başkalarının çok iyi bildiğini düşündüğümüz kavramlarla kendimizi özdeşleştiriyoruz. Mesela Marx, komünistlerin komünizmi bilen Öteki'si olarak adlandırılabilir.

Bu belirsiz ve tanımsız ama insanların özdeşleşebildiği kavramların tamamını çıkardığımızda karşı karşıya kaldığımız şey şudur: hiçbir bireyin, kendine mahsus; kendisini tamamen kavramlaştırabilen, tanımlayan, doğru ve eksiksiz bir biçimde adlandırabilen bir göstereni yok. Adımız var, evet, ama ad da paylaşılan birşey. O adın ötesinde de bir benlik alanı mevcut; adımızın içerimleyemediği bir benlik.

Kavramların, (savaşlar genelde ekonomik çatışmalardan çıkar, ama kavramlar en büyük motivasyondur) uğruna savaş çıkarılan, katliamlar gerçekleştirilen, cinayetler işlenen kavramların aslında içlerinin boş olması, psikolojik bir gereksinimden kaynaklanan özdeşleşmelerin insanları birer canavara, katile dönüştürebilmesi, nasıl bir trajedidir peki? Kaçınılmaz mıdır? Üstesinden gelinemez midir?

Hrant Dink'i anarken, biraz da kendimizi özdeşleştirdiğimiz kavramları bir gözden geçirsek iyi olur bana kalırsa. Çünkü hepimizin ortak noktası, hiçbirimizi layıkıyla anlamlandırabilen tekil gösterenlerin olmaması; buna rağmen, bir ihtimal, birbirimizi anlamlandırabileceğimiz ve özdeşleşmelerimizin bizi deliliğe sürüklemeyeceği bir dünya hayal edemez miyiz?

Hiç yorum yok: