16 Mayıs 2010 Pazar

devletini seven sol

Klişe bir başlangıç olacak ama, bazen bir resim gerçekten de bin kelimeye bedel olabiliyor. Resimde aynı tişörtte Deniz Baykal'ı ve Deniz Gezmiş'i görüyoruz-altta yazansa "Sevdalandık Deniz'lere". Ortadaki arkadaş hiç değilse sol yumruğunu kaldırarak nispeten diğerlerinden daha doğru bir siyasi duruş sergilemiş diyip kendimizi avutmamız mümkün mü?

Şimdi bütün bu seks skandalı meselesine girmek istemiyorum, Baykal eleştirisi veya Deniz Gezmiş-Kemalizm çıkarsamaları yapmayı da istemiyorum. Beni esas düşündüren, devletini bu denli seven fakat yine de kendisine "sol" demekten vazgeçmeyen bir garip Türk solu anlayışı.

"İnadına Baykal, İnadına Sol" sloganını ele alalım. Buradaki inatlaşma, amaçlandığı şekilde sağ iktidara karşı değilde bizzat sol düşüncenin kendisine karşı yapılmakta gibi geliyor bana. Yoksa şu devleti; kurucu ideolojisi, halk egemenliğine karşı duran anayasası ve bütün ideolojik (veya baskıcı) araçlarıyla bu denli seven ve ne pahasına olursa savunan bir parti liderinin hala "sol"da yer aldığını savunmak, en hafifinden komiktir. Bir de üzerine bu lideri Deniz Gezmiş'le aynı kefeye koymak-daha ileri gidip blogumda küfüre yer vermek istemediğimden-terbiyesizliktir.

Sahi, ne yapmıştı Deniz Gezmiş? Mücadele etmişti, örgütlemişti-örgütlenmişti, nihayetinde eline silahı alıp dağa çıkmıştı, devletle, devletin bütün kuvvetleriyle çatışmaya girmişti. Neden? İnandığı ve uğruna can verip can almaya hazır olduğu bir "davası" vardı (bu size başka birilerini hatırlattı mı yahu, pardon). Sonrasında da bu çok sevilen, çok pohpohlanan, dış güçlere-irticacılara karşı mütemadiyen korunması gereken devlet mekanizması onu yakaladı, tek celsede idam etti.

Aynı devlet 1960 yılında bir daha geri gelmeyecek şekilde demokrasiyi rafa kaldırdı, yerine askeri vesayeti iyice bir tescilledi, sağlamlaştırdı. Bunu da bir başbakanı asarak yaptı. Hani sivil diktaya gitmekte olan (ama garip bir biçimde seçimleri ortadan kaldırmamış olan, yani bir dahaki seçimde iktidarı başkasına devredebilecek olan) bir başbakanı. Hani, bilemiyorum, bu da size başka birilerini falan hatırlatır mı?

Bu devlet, o devlet işte. Bişey değişmiş değil. Arada bir yaptığı müdahalelerle ve yerleştirdiği kurumlarla halk üzerindeki gücünü kuvvetlendirdi(1960, 1972, 1980, 1997). Kuruluşta bile bulunmayan Anayasa Mahkemesi, YÖK gibi kurumlar bu müdahalelerle iktidar alanının en tepesine oturuverdi. Dediğim gibi, bu devlet, o devlet. Ama bu sol, o sol mu? Gezmiş'lerin Kemalizmden etkilenmiş olması-olmamasını tartışmak şu anki konu değil. Ama görünen o ki en azından "devletle bir meselesi olan" bir sol vardı bu ülkede, evvel zaman içinde. "Kurumları yıpratmamak" gibi söylemler yoktu. "Herkesle konuşulsun, uzlaşılsın" gibi dertler yoktu. Bir parti başkanı istifa etti diye açlık grevine başlayanlar-hiç yoktu.

Bu denli yıpranmış, düpedüz ideolojik angajmanlarla hareket eden bir yüksek yargıyı bir nebze olsun çok sesliliğe doğru itmektense, "aman allah, bağımsız yargı elden gidiyor" nidalarıyla korumaya kalkışan zihniyet, solun neresinde? Bu burjuva devletinin-üstelik hiçbir döneminde işçiye nefes aldırmamış, taleplerine kulak asmamış ve her fırsatta kafasına yumruğu geçirmiş olan-bu devlet mekanizmasının devamlılığını istemek, solun neresinde? Egemenliği hiçbir zaman kayıtsız şartsız millete teslim etmemiş bir devleti çeşitli mitlerle, güya antiemperyalist jargonla yüceltmeye çalışmak, solun neresinde?

Ciddi söylüyorum; ideolojik farklılıkları, toplumdaki çelişkilerde neye öncelik verileceği davasını, demokrasi araç mı amaç mı tartışmalarını falan geçtim yahu, şu devletin kurumlarıyla-araçlarıyla bir şekilde meseleniz olsun! TSK ile, Emniyet ile, Danıştay-Yargıtay-Anayasa Mahkemesi ile, YÖK ile, Milli Eğitim ile, bu eciş bücüş milli güvenlik devletiyle bir meseleniz olsun! Ama yok, onyıllardır eleştiri oklarının hedefinde hep TBMM var, dolayısıyla hep halkın temsilcileri var. İki gram demokrasimizin iki büklüm vekilleri. Sahici toplumsal taleplere dayalı bir siyaset yapmalarına izin verilmediğinden, siyaseti bir rant dağıtımına indirgemiş onlarca koalisyon. Bugünse öyle bir ilüzyon var ki, sistem çok güzel kurulmuş da, ah bir de güzel yönetilebilse (haydi Baykal!) ülke düze çıkacak, herkes özgürce yaşayacak!

Fakat ben yine de bu ucube zihniyetlere karşı sağlam bir tavrın oluşmakta olduğunu düşünüyorum. Ve aksi yöndeki bütün çabalara rağmen bu devletin yavaş yavaş daha düzgün bir devlete dönüşmeye başladığını hissediyorum. O yüzden umutluyum. Şunu da ekleyeyim: bütün liboşluk-tarafçılık-light solculuk eleştirilerine rağmen kendimi bir şekilde solla ilintili görüyorum. Ve dünyanın her yerinde "sol"un görevinin, devletleri değişime, insancıllaşmaya, iktidarsızlaşmaya zorlamak olduğunu düşünüyorum. Sonrasına beraber karar veririz.


Hiç yorum yok: