16 Mayıs 2010 Pazar

trash humpers vesilesiyle anti-sanat (gibi bişey)

Anlaşılan o ki bu mesele de Lacan olmadan kapanmayacak..

Sanatta kabaca iki yaklaşımdan söz edebiliriz. Mimetik ve fantastik. Mimetik sanatta, sanatçıyla izleyici aynı dünyada yaşamaktadır, gündelik yaşamın rutinleri eserde kendine yer bulur. Bir bakıma önceden üretilmiş Sembolik Düzen (dil), eserde tekrar temsil edilmektedir. Fantastik'te ise, başka bir boyut vardır. Sanatçı, farklı bir yerden gelmekte, kimsenin aşina olmadığı bir dünyayı veya ilişkiler yumağını anlatmaktadır. Bir bakıma henüz o bilindik Sembolik Düzen'de temsil edilememiş (dile ait olmayan) bir takım unsurları (tabii bu unsurlar Lacancı Gerçek'te yer almaktadır), tanıdığımız, bildiğimiz Sembolik düzene dahil etmeye çabalamaktadır. Elbette bu iki yaklaşım birbirlerinden net bir çizgiyle ayrılmazlar, bu minvalde saf bir fantastik veya saf bir mimetik sanattan söz edemeyiz.

Anti-sanat dediğim şey de, bu fantastiğe, yani Gerçek'in temsiline yakın duruyor zaten. Ancak bunu kasıtlı olarak yapmıyor. Anti-sanat olan da zaten sanat formunu alıyor nihayetinde. O yüzden bilinçli bir şekilde sanat karşıtı bir akım var demek yerine, sanat anlayışı veya estetik kaygıları gütmeyen ve bu haliyle anti-sanat olan bir iki örnek üzerinden gitmek faydalı olacaktır.

Harmony Korine, filmleriyle, kelimelere dökülemeyecek hissiyatları izleyicisine aşılamaya çalışan yönetmenlerden biri. Trash Humpers ise bu tarz sinemanın doruk noktası olabilir. Öncelikle, anti-sanat akımındaki "found object" kavramına doğrudan bir atıf söz konusu. Yani planlı-programlı bir şekilde kurgulanmış bir eser yerine, rastgele, herhangi bir formu ya da bilinçli tercihi yansıtmayan bir nesne de "sanat" olarak değerlendirilebilir.

Filmde, bir yerde bulunmuş bir VHS kaset izliyoruz. Herşey rastgele, ve filmin geneline anarşik bir hava hakim. Kaset bazen ileriye geriye sarılıyor, bir olay örgüsü, kurgu veya hikaye söz konusu değil. Bir karakter analizi, duygusal çelişkiler, giriş-gelişme-sonuç bölümleri de hak getire. Konuşulanların ve yapılanların çoğu anlamsız, hatta, tabiri caizse, "çocukların ruhsal ve bedensel gelişimlerine, Türk aile yapısına, örf, adet ve geleneklerine aykırı!". Öyleyse bu filmi çekici ve hatta unutulmaz kılan nedir?

Rutin bir nesneyi veya eylemi "kendi içeriğinin dışarısına" çıkarmak (out of context) da bu tarz sanatın, ve tabii Harmony Korine sinemasının, bir parçası.

Örneğin pancake üzerine bulaşık sabunun boca edildiği ve bunun iki adama yedirildiği bir sahne var. Bu sahne, Korine'in önceki filmlerinden Gummo'da yer alan "şampuan ve makarna" sahnesini hatırlatıyor. Şampuanı veya bulaşık sabununu "görevi" veya "context"i dışında kullanmak, Sembolik düzeni bir yerinden yırtıyor ve bizde açıklaması epeyce güç bir hissiyat veriyor, bir yerde boşluğa düşürüyor. Bu hissiyatın içinde tiksinti de muhakkak var. Gerçek, özünde tiksinç birşey ve bu tiksintiyi doğrudan deneyimlemek yerine, onun etrafında bir sembolik düzen oluşturuyoruz ve böylece onu kendimizden uzak tutuyoruz.

Benzer bir çabayı Lars Von Trier'in Antichrist'ında da görmek mümkün. Doğanın, ölümün ve cinselliğin "Gerçeği" yüzümüze çarpıyor, o karanlığı ve acıyı-cinsellik ve ölümün içiçe geçtiği kör noktayı tarif edebilecek kelimelere vakıf olamıyoruz hiçbir zaman. Yalnızca tedirginlik duyuyoruz, kafamızı çeviriyoruz, dişlerimizi kenetliyoruz ve bir an önce bitsin istiyoruz. Bu filmle yapılan, bütün o kaosu, çelişkileri, vıcık vıcıklığı, kışkırtıcılığı içinde Gerçek'e bir göz atmaktır. Bu ne kadar estetize edilirse edilsin, midemizde birşeylerin burkulmasına yol açacağı garantidir.

Bu Gerçek'in üzerimizdeki etkisinin kaynağı nedir? Niçin illa negatif bir algı uyandırır? Benliğimizin en derinlerinde saklamaya uğraştığımız şeyle mi gözgöze geliyoruz? Yoksa bu eserler tamamen dışsal saldırılardan, kurnaz ve gaddar yönetmenlerin sınırları zorlama egzersizlerinden mı ibaret?

Nihayetinde bu örneklerdeki yaklaşımı, son derece özgürleştirici, ve özgürleştirirken de parçalayıcı, yok edici bir duruş olarak adlandırmak mümkün. Özgürleştirici, çünkü sanatı ve hatta bütün dünyayı ezberlenmiş kalıplar, kurallar, estetik anlayışı, uzay-zaman örgüsünün dışında tasavvur etmenin yollarını sunuyor. Yok edici, çünkü bu tarzla karşılaştığımızda artık hiçbirşey eskisi gibi olmuyor, yani sembolik düzenin kendisi değişiyor. Bu tarz filmleri izledikten sonra "bir film izledim" demek yerine, "bir deneyim yaşadım" cümlesini kullanmak sanırım daha uygun. Yeni birşeyler arayan sinemaseverlere tavsiyemdir.

Hiç yorum yok: