Bu mitleştirmeye neden ihtiyaç duyulur? Ve nasıl kotarılır?
Bir kere özcülük, bu mitleştirmenin olmazsa olmazıdır. Tarihi figürler, tıpkı çizgi romanlardaki gibi ya "mutlak iyi" ya da "mutlak kötü"dür. Gerçi günümüzde artık hayal kahramanlarını bile daha gerçekçi yapmaya yönelik bir çaba var; artık zaafları, ahlaki ikilemleri, korkuları, günahları olan kahramanlar çıkıyor ortaya. Ancak aynı çaba tarihi figürler için pek gösterilmiyor. "Ötekiler" her zaman kötü, sürekli bizi (iyileri) zayıflatmak, küçük düşürmek, kontrol altına almak, manipüle etmek için fırsat kolluyorlar. Bu özcülük, elbette tarih anlayışımızla sınırlı değil, gündelik siyasi hayatımızda da egemen bir yaklaşım.
Tarihi (ve günümüzü) çatışan ve içiçe geçmiş çıkar ve güç ilişkileriyle, üretim güçlerinin ve sermayenin yayılmasıyla, karmaşık sosyo-politik ve sosyo-ekonomik gelişmelerle birlikte okuyacak olursak, karşımıza "mutlak iyi" veya "mutlak kötü" bir figürün veya oluşumun çıkması neredeyse imkansızdır. Böyle bir tarih okuması, iyi zannettiklerimizin de kötü zannettiklerimizin de kabaca bireysel ya da ulusal "çıkarlar" uğruna hareket eden birey veya oluşumlar olduklarını gösterecektir. Bu durumda alışageldiğimiz "kutsallar", "kırmızı çizgiler" veya "tabular" elbette zarar görecektir. Bundan neden korkuyoruz? Sadece kolay olduğu için mi tarihe ve günümüze bu 1D gözlüklerle bakıyoruz?
Bir kere kendimizi bu kutsallarla, bu mitlerle özdeşleştirmiş ve kimliğimizin hayati bir parçası haline getirmişiz. O kutsallara-kırmızı çizgilere dair her eleştiriyi; işaret edilen her çelişkiyi veya yetersizliği adeta kendimize yapılmış bir saldırı addediyoruz. Bizler "minnetarız" çünkü, bize şükretmek öğretilmiş, minnet duymak öğretilmiş, günahları görmezden gelmek öğretilmiş. Ama eleştirmek, özür dilemek, yüzleşmek..bunlar pek öğretilmemiş. Onun yerine çok uçlara varan bir özdeşleşme tercih edilmiş ki herkes, elbirliğiyle tarihin günahlarını halının altına süpürüversin-hep iyi olduğumuz masalı ve bizim çıkarlarımız aleyhine hareket eden herkesin hep kötü niyetli olduğu zihinlere iyice nakşedilsin. Bu denli bir özdeşleştirme olmadan her devletin kuruluş aşamasında yaşanan bunca vahşeti, baskıyı, iktidar fazlasını başka türlü meşrulaştırmak mümkün müdür?
Bu tarz "mitlerin" geçerliliğini-güncelliğini sağlamak için mücadele verecek olan bir güruh her zaman olacaktır. Bu kesime göre rejimle, tarihle, devletin karakteriyle ilgili hiçbirşey tartışmaya açılmamalıdır, yoksa bu yüce ve mukaddes "emanete" hıyanet etmiş oluruz. Ama biraz düşünsek? Bu kutsallığın kaynağı nedir? Alternatifi yok mudur? Geliştirilemez mi? Eleştirilemez mi?
Çok kolay bir analoji; nasıl ki doğduğumuz esnada anne-babamızı seçme şansımız yoksa, doğduğumuz ülkeyi ve zamanı seçme şansımız da yok. Büyüdükçe birçoğumuz anne-babalarımızla birçok konuda nasıl ters düşebiliyorsak, içinde doğup büyüdüğümüz rejim-ülke-ideoloji vs. ile de ters düşebiliriz. Üstelik aileyle ters düşmek, genelde bireyin özgürleşmesi, kendi hayat görüşünü ortaya koyması vb gibi olumlu sonuçlar getirir. Aynı kopmayı neden diğer "kutsallarımızla" da yapamayalım? Sonuçta, öyle veya böyle bütün kutsallar bir şekilde bize öğretilmiş. Bir doktrin veya bir dogma, bir kültür veya töre, bir ideoloji veya din. Ne şekilde olursa olsun, şu anda kutsal saydığımız herşey bize, tabiri caizse, enjekte edilmiştir.
Sadede gelelim, aslında sormak istediklerim çok basit: Sizin kutsalınız kim? Sizin kırmızı çizgileriniz neler? İsa? Muhammed? Atatürk? Marx? Veya düşmanlarınız kim? Global şirketler? Emperyalistler? Bölücüler? Tek boyutlu-tek özellikli karakterlerle, tarihimize ve dolayısıyla kimliğimize özgü bu masalları daha ne kadar sürdürebiliriz? Dahası, bu denli sığ bir dünya görüşüyle yapılacak siyaset bize ne katabilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder