24 Nisan 2010 Cumartesi

terbiyesizler özür diliyor!?

Bir büyük tabu daha yıkılmakta ve bir aşama daha kaydedildi bugün.

Küçük de olsa iki önemli grup, biri Haydarpaşada diğeri Beyoğlu'nda, çok önemli ve çok basit bir eylem gerçekleştirdiler: "Bu acı hepimizin". Şaşaalı sloganlar, hep bir ağızdan bağrış çağırış yerine sessizliğin, karanfillerin ve mumların göze çarptığı bir eylemdi bu. Bir toplu yas haliydi ve bizim ülkemiz için (çok geç de olsa) bir ilkti.

Ve elbette bunu bile içlerine sindiremeyenler vardı. Ve bakın şunu diyen bile çıkmış:
"Bir de özür diliyorsunuz, terbiyesizler.". Adam haklı. Özür dilemekten büyük bir terbiyesizlik gördünüz mü hayatınızda? Yaşanan acıyı tanımak; koşul öne sürmeden, karşılık beklemeden, sessizce, iddiasız ve mümkün olduğunca yalın bir biçimde-öylece durarak, o tarihi ve o insanlarımızı ve büyük acıyı düşünerek susmak.

Büyük kelimelerle tartışmayı bir kenara bırakın, dışişleri tartışmalarını, konjonktürün bilmemnesini, "toprağımızda gözleri var" çarpıtmalarını, "esas biz öldük koçuum" efelenmelerini, hangi ülkenin parlamentosundan hangi kararın çıktığını gerçekten bir kenara bırakın. Bir kereliğine gardınızı indirin. Bir kereliğine şu acıyı bir tanıyın artık. Hangi kelimeyle olursa olsun. Kendi davanızın haklılığında ısrar etmeye bir dakikalığına ara verin. Neden bütün dünyada "Türkiye haklıdır, böyle bişey yok" diyen bir tane doğru dürüst tarihçi çıkmıyor diye bir durup düşünün. Mesela Dışişleri gibi abuk açıklamalar yapmayın:

"Tarihsel gerçeklerin en büyük düşmanı öznel hafıza kayıtlarıdır. Hiçbir ulus bir diğerine kendi hafıza kayıtlarını dayatamaz.

Üçüncü ülkelerin de Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihi konusunda siyasi saiklerle hüküm verme hak ve yetkileri yoktur."

Bu açıklama neden mi saçma? Basit bir örnekle açıklamak istiyorum.

Benim babannem bana Yunanlıların işgal sırasındaki zulümlerini anlatırdı. Sonra Türk ordusunun onları nasıl zulümden, yangından, talandan kurtardığını söylerdi. Ben bu hikayenin en ufak bir detayından şüphe duyabilir miydim? Kadıncağız karşımdaydı, anlatıyordu işte, hayatında çok önemli izler bırakmış bir olaydı bu, bundan daha "sahici" bir tarih anlatımı olabilir mi? Yunan düşmanı olmak zorunda değilim, olmadım da zaten, ama "bunlar bilmemkimlerin yalanları, babannemin beyni yıkanmış" gibi bir ucuzluğa kaçabilir miydim mesela? Veya "babanne senin bu anlattıkların tarihsel gerçekliğin en büyük düşmanıdır" diyebilir miydim? Kim diyebilir? Eh, benim babannem nasıl içtenlikle kendi yaşadıklarını bana anlattıysa, Ermeni babanneler, Kürt babanneler veya zulüm gören herhangi bir halkın babanneleri, ananeleri, dedeleri de aynı içtenlikle, belki bu feci travmaları tekrar tekrar yaşayarak, gözleri dolarak, kah şükrederek, kah küfrederek anlatmıyorlar mı şu coğrafyanın dört bir yanında?

Bilhassa öznel hafıza kayıtları, dilden dile, kuşaktan kuşağa aktarılan hatıralar belki de "tarihsel" dediğimiz herşeyin özüdür. Ben okuduğum herhangi bir tarih kitabına güvenmektense, olayların kanlı canlı tanıklarına güvenirim. "Aslında o kadar değil, şu kadar kişi ölmüş canım" diyen tarihçilerden öğrenilecek bir tarihsel gerçeklik olduğunu düşünmüyorum.

Ve, evet, sonuna kadar da siyasi bir konudur bu, o yüzden bütün dünyanın ülkeleri bu konuda siyasi bir açıklama yapabilir. Biz de bunun anti-siyasetini yürütmekten başka ne yapıyoruz ki? Dışişleri neden tarihle uğraşıyor, o da bıraksa ya tarihçilere? Ama bırakamaz. Çünkü mücadele etmek zorunda. Çatlak sesleri susturmak zorunda. Siyasetin uygunsuz kaçtığına dair bir siyaset yürütmek zorunda. Sessiz kalırsa kötü, zira sessizlik ikrar anlamına gelecektir, eyvah ki ne eyvah!

Ama zulüm gören her halkın istediği ve daha en baştan hakettiği şey, tam da bu ikrar değil midir? Bir zamanlar yaşamlarını sürdürdükleri topraklarda bugün yaşamakta olan halkın (biziz bu) anlayışlı bir sessizliğe bürünmesi ve yaşanan zulmün, acının, ölümün olanca ağırlığıyla herkes tarafından duyulması, tanınması..Bunun için anlatılmaz mı zulüm hikayeleri, sonunda birileri duysun, bir zamanlar onların da bu yürüdüğümüz-gezdiğimiz topraklarda gülüp ağladıkları-nefes aldıkları unutulmasın diye..

Nihayet bugün ilk defa sustuk. Ve kulakları ulusal çıkarlarla tıkalı olmayan herkes-duyulması gereken şeyin bir parçasını duyuverdi. Umarım ilerleyen yıllarda bizler daha az konuşuruz ve gerçekten mağdur olanların sesi daha da gür çıkar. Ve adım gibi eminim, bizler bu acıları ve zulmü tanıdıkça, mağduriyete tanıklık ettikçe, acıyı paylaştıkça, karşılığını da bulacağız-karşılığını beklediğimiz için değil, ama bu tavrı, bu nezaketi göstermeyi becerebildiğimiz için, ya da kısaca, insanlığımızı hatırladığımız için..

Not: Bu önemli eylemi düzenleyenler arasında DSİP de mevcut. Ayrıca değineceğim (bu kaçıncı yazı sözü oluyor bilmiyorum ama) Marksizm 2010 konferansı esnasında, çağrılan konuşmacılar ve DSİP sözcülerinin söylemlerinin genelinde oldukça yerinde ve tutarlı bir siyasi tavır gözlemlediğimi de söyleyebilirim, ve bu eylemde kimlerin emeği varsa hepsinin tek tek elini sıkmak isterim, teşekkürler.

Hiç yorum yok: