Aniden, hiçbir sorun, dünyadaki hiçbir olay, ne gelecek kaygıları, ne rekabet, ne "ekmek parası" ne de "başarı", ölüm kadar gerçek değildir. Başkalarının ölümü, bize, bizim de bir gün öleceğimizi hatırlatıverir. Ve hiçbir kalıcılığı olmayan şeyler uğruna boşu boşuna harcadığımız onca vaktin farkına varırız işte..Kavgayla, tartışmayla, kendi kendimize yarattığımız paranoyalarla harcadığımız o kısıtlı vakit için, kendimize değil de, ölümün katılığına isyan ederiz yine. Oysa, istemeden de olsa girdiğimiz oyunun kuralı bu..
Hele kendimize acımakla, bitmez tükenmez yoksunluğumuzu kendi kendimize tekrar yaşatmakla harcadığımız vakitleri düşünün..İnsan ilişkilerine dair yaptığımız planlar, kurduğumuz binbir türlü entrikalar, küçük oyunlar ve küçük hesaplar. Kontrol etme çabası, hayatı kendi irademizle yönlendirme isteği..işte ölüm bize en çok böyle koyuyor, bütün planları altüst ederek, bütün hesaplarımızı boşa çıkararak hatırlatıyor bize ufak planlarımızın önemsizliğimizi.
Tam da bu yüzden korkutucudur ölüm. Hiçbişeyi bütünüyle kontrol edemeyeceğimizi, hayatta bizim irademiz dışında da gelişen bir takım olaylar olduğunu-üstelik bazen en beklenmedik anda bize hatırlattığı için.
Bir de bilinmezlik var tabii. Ölümün bilinmezliği, ölünce ne oluyor, nereye gidiliyor, nasıl hissediliyor..bu gezegenden gelip geçmiş olan milyarlarca insan arasında bir kişinin bile anlatamamış olduğu bir gerçeklik. Bu bilinmezlik insanoğlunu hayali "afterlife"lar yaratacak raddeye bile getirmiş çağlar boyu. Hala da aynı kandırmacayla insanlar kendilerini rahatlatmaya uğraşıyorlar. Tabii amacım burada kınamak ya da yargılamak değil. Bu, oldukça insancıl bir tutum, zaten o yüzden dinlerin bu kadar çok takipçisi var. Kimbilir, belki böyle bişeye inanabilmek de üstün bir iradenin sonucudur.
Bir yandan da, ölüm aslında hayata hiç de yabancı olmayan, hayatla elele, yanyana giden bir kavram. Her insan hayatının bir döneminde ölmeyi istememiş midir? Şöyle sonsuza kadar sürecek bir uyku, kimsenin hesap sormadığı, kimsenin yalan söylemediği, kimseyi kandırmak zorunda olmadığımız, tamamen bize ait bir "durum". Hayattan bıktığımız, yaşamaktan yorulduğumuz zamanlar olmuyor mu? Hepimiz hayatımızın bir döneminde "acaba şu an ölsem nasıl olur, insanlar ne düşünür, ne yapar" diye düşünmedik mi? Ölümümüzün ardından kimlerin ağlayacağına, kimlerin aslında pek de üzülmeyeceğine, kimlerin düpedüz sevineceğine dair kendimizce öngörülerde bulunmadık mı..ve insanları bu şekilde kategorize etmeye çalışmadık mı?
Ya başka insanların ölümleri? Ailemizden birinin, bir arkadaşımızın, en çok da sevgilinizin ölümlerini kafanızda canlandırmadınız mı hiç? Sonrasında oluşacak kaosta neler yaşayacağınızı, kime neler söyleyebileceğinizi kafanızda kurmadınız mı? Kimi zaman birinin ölecek olmasının işinize geleceğini hissetmediniz mi hiç? Yoksa ben bir cani miyim?!
Ölüm, hem ölenler için, hem de geride kalanlar için çok net ve geri dönülemez bir değişim getirir. Buna hazırlıklı olmanın bir yöntemi yoktur. Üstesinden de gelinir mi, bilinmez..Şu da bir gerçek ki, ölüm hakkında yazılabilecek şeyler, en az yaşam hakkında yazılacak şeyler kadar fazladır. Dolayısıyla, ölüm bir şekilde hayatın yansımasıdır da..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder