4 Kasım 2008 Salı

biraz da ideoloji.

İnsanoğlu kelimelerle düşünür. Yeni kelimeler öğrendikçe, yeni şeyler düşünmeyi de öğrenir. Bu ülkenin herşeyden çok yeni fikirlere ihtiyacı var, ve bu yeni fikirleri düşünebilmemiz için de yeni kelimeler öğrenmemiz gerekmekte.

Bazen şöyle düşünüyorum, bebekler doğar doğmaz bilinçli hale gelseler, herhalde şu ülkeye bakıp "bu nasıl bir fikir dünyası?" derler. Henüz zihinleri hiçbir ideolojiyle, hiçbir siyasi nakaratla kirletilmemiş bu bebekler, kimbilir, belki de "ana rahmine dönme psikozu"nu doğdukları andan itibaren yaşamaya başlarlar. Çünkü, korkarlar. Çünkü bu ülkede tepeden tırnağa herkes, her bakımdan "kuşatılmış" vaziyettedir. Bu "kuşatılma" ailede başlar, mahallede devam eder, okulda iyice belirginleşir, siyasette ete kemiğe bürünür ve nihayet her tarafı saran medyada doruk noktasına ulaşır. Herkes tetiktedir. Çünkü “dışarısı” tehlikelidir. Komşunuz bir terörist olabilir. Bakkalınız, nefret ettiğiniz bir partiye oy vermiş olabilir. Polis sizi takip ediyor olabilir. Asker, bir gece ansızın gelebilir!

Ancak dikkat edin, bu "kuşatma" görünmez değildir, aksine çok barizdir! Tabii şu farkla; bizi kuşatan her unsur, başka bir unsur tarafından kuşatma altında olduğumuzu savunur!

Bugün ülkemizdeki farklı siyasi kesimlere bakalım, burada genelleme yapmanın ve etiketlemenin kolaycılığına kaçıyorum, ama başka türlü örnek vermek de zor. Sözgelimi, ulusalcılara göre ülkemiz "işbirlikçiler" veya "dinciler" tarafından kuşatılmıştır. Muhafazakarlara göre "baskıcı statüko" veya “ahlaksızlık” sarmıştır etrafımızı. Kimi solculara göre "emperyalist güçler" tarafından saldırı altındayızdır. Kimi sağcılara göre ise "bölücüler" sürekli bir tehdit oluşturmaktadırlar. Oysa hergün bu “tehdit” söylemiyle, korku siyasetiyle, saldırgan tavırla bizi kuşatanlar, bizi korumaya çalışırmış gibi görünenlerdir. Oyun, daha biz doğmadan çok önce kurulmuştur. Herkesin tarafı bellidir. Ve "bizim" yanımızda olmayan, düşmandır. "Bizim" gibi düşünmeyen haindir. Zararlıdır. Katli vaciptir. 

İşte böyle böyle kendimizi kuşatırız biz, dışarıya kapatırız. Çünkü tevazu öğrenmemişizdir. Herşeyin en doğrusunu, gerçekliğin bütün boyutlarını, geçmişte olanları ve bu gidişatla gelecekte olacakları, yanılma payı bile bırakmaksızın biliriz. 5 saniyeliğine gördüğümüz bir insanın bütün siyasi profilini, kimliğini ve niyetlerini çözecek gözlerimiz vardır. Bir cümlesini okuduğumuz bir yazarın menşeini, yalnız bir söylevini dinlediğimiz bir politikacının gelmişini ve geçmişini-hemen oracıkta çıkarıveririz. Kalıplarımız hazırdır zaten. Etiketler, ceplerimizde yapıştırılmayı beklerler. 

Kendi politikalarını sadece bir olgunun veya hareketin karşıtlığı üzerine kuranlar, söz konusu olgu veya hareket değişmeye başladığında argümanlarını yenilemek zorunda kalırlar. Ancak, şans bu ya, elde yeni argüman kuracak malzeme kalmamıştır, çünkü daha başlangıçta çok dar, çok sığ ve değişmez kalıplar kullanmışızdır siyasi kimliğizi oluştururken.

Peki, nasıl oldu da böyle oldu? Nasıl bu hale geldik? Kabul, bu ülke çok kirli, çok kanlı olaylar, felaketler, katliamlar gördü. Saymakla bitmeyecek terör örgütleri, faili meçhul cinayetler, bombalamalar gördü. Ve malesef fikir dünyamız da, siyasi iklimimiz de buna göre şekillendi. Her kurşunla bir kelime daha eksildi zihnimizden. Her bombalı eylemle biraz daha tembelleşti beyinlerimiz, biraz daha alıştı hazıra konmaya, ve artık bir refleks olarak lanetlemeye. Hemen herşeye "nota verir" olduk. Sonra her önümüze geleni lanetlemeye başladık, uysa da uymasa da. Ve lanetleyerek hiçbir sorunu çözemediğimizi de göremedik. Dilimiz tutulmuştu ve düşünmeyi unutmuştuk..

Klişe bir laf ama, bozuk saat bile günde iki kez doğru zamanı gösterir derler. Her ne kadar beğenmediğimiz, tasvip etmediğimiz bir düşünce yapısına sahip olsa da, neden-sonuç ilişkisi kurabilecek kadar zekaya sahip herkes doğru bir argüman üretebilir. Biz henüz bu ihtimali düşünemiyoruz. Çünkü, biz zaten bilinmesi gereken herşeyi, her yönüyle biliyoruz. Öğrenmeye kapalıyız. Yeni bir dile kapalıyız. O yüzden yeni bir fikir üretmeye çok çok uzağız.

Hoşgörüyü ve tevazuyu öğrenemediğimiz için, insanca eleştiri yapmayı da beceremiyoruz. Hemen fanatizme kayıyoruz, kamplaşıyoruz. Ve bu kamplar da birbirini kuşatmaya başlıyor. Bir bakıyorsunuz A kişisi gibi düşünen herkes düşman, B kişisi gibi düşünen herkes dost. Analiz yapmaya, “acaba?” demeye üşeniyoruz, çünkü haklılığımızdan en ufak bir kuşku dahi duymuyoruz. İyi de, bu ülkede herkes haklıysa ve doğrusunu biliyorsa, niçin bu haldeyiz? Niçin hala kalkınamadık, niçin hala kısır tartışmalarla, sığ ideolojik söylemlerle vakit kaybediyoruz?

Esas soru da bu noktada ortaya çıkıyor işte; ne yapmalı, nasıl silkinmeli bu ruh halinden? Biz ne zaman “ölçülü” ve “barışçıl” sözcüklerle düşünmeye başlayacağız? Bu şiddetin, kamplaşmanın, tehditlerin son bulması için senelerdir ezberlenegelmiş sloganlar çare olmuyor. Denendi ve çöktü. Binlerce kez tekrarlandı ama etki etmedi. Demek ki farklı bir strateji gerek bize. Farklı bir anlayış, bir zihniyet değişimi. 

Yeni kelimeler öğrenmek için, yeni insanlarla tanışmak, etkileşmek gerekiyor. Bir insan farklı giyiniyor, farklı konuşuyor, farklı düşünüyor diye ona söz hakkı vermiyoruz. O yüzden daracık kelime dağarcıklarımızla sınırlı kalıyoruz. Yeni düşünceyi de işte bu yüzden üretemiyoruz. Bitmek tükenmek bilmeyen sorunlarımız için yeni çözümler bulamıyoruz. Ben biliyorum ki “barış”ın Kürtçesi, “dürüstlüğün” Ermenicesi, “dostluğun” Yunancası,  “özgürlüğün” Arapçası mevcut. 

Siz de bilin bunu. Siz, diğer kamptakiler! İdeolojilerin, öğretilerin, gelenek-göreneklerin, devletin, anayasaların, kanunların, alışkanlıkların, zihniyetlerin veya eğilimlerin "mutlak" veya "tartışılamaz" olmadığını görün. Gerçeği bütün boyutlarıyla kavramanızın mümkün olmadığını kendinize itiraf edin. Hangi "kamptan" gelirse gelsin, birisinin bir konuda muhakkak sizden daha çok şey bilebileceğini kabul edin. Buradan başlayın.

Bu ülkenin bütün kesimlerinin seslerini çıkarması gerekiyor artık. Herkesin yeni kelimeler öğrenmesi, empati yapması, hem insanca konuşmayı hem de insanca dinlemeyi öğrenmesi gerekiyor. Bu topraklarda konuşulan bütün dillerdeki ve öğretilerdeki “barışçıl” kelimeleri kullanmayı öğrenebilirsek, bizim üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun yok. 

Hiç yorum yok: