5 Kasım 2008 Çarşamba

meşruiyet bayramı

Bugün dünyanın pek çok yerinde devletler bir sınavdan geçiyor. Bu sınavın başlıca konusu da geçmişle hesaplaşma. Sınavı geçenler uluslararası kamuoyunda saygı kazanıyor. Devletler kırmızı çizgilerini, yani kuruluşta kutsal ilan ettikleri kavramları, daha sonradan siyasi taleplere göre esnettikleri oranda, bu sınavı geçme şanslarını arttırıyor. Kanada, "kurucu unsurlar" listesine yerlileri ekledi, Amerika'nın 3 numarası Hiroşima'da diz çöktü, Paraguay devleti,  general Alfredo Stroessner başkanlığındaki diktatörlük yönetiminin yarattığı zulüm için özür diledi, Avusturalya'da da benzer bir özür Aborjinlere iletildi. Bazı ülkelerde de kimlik eksenli açılımlar hız kazandı; "ulus-devlet"in beşiği Fransa'da 76 anadil kabul edildi, İsveç devleti 46 farklı anadilde eğitim vermekte, İspanya'da hamile bir kadın savunma bakanı oldu, ve yine Amerika'da bugün Kenya kökenli siyahi aday Obama, başkan seçildi.

Bu resmi özürler, mağdurları ne ölçüde rahatlatır bilemiyorum, ancak bu devletlere ve iktidarlara bütün dünya önünde bir saygınlık kazandırdığı şüphe götürmez. Herkesin her türlü bilgiye rahatlıkla ulaşabildiği çağda, devletler kendilerine bir çeki düzen vermek durumundalar. 

Tabii bu, henüz dünya'ca iyiye gittiğimizin bir işareti sayılamaz. Eski suçların itiraf edilmesi güzel de, bir yandan yeni suçlar işlenmeye devam ediyorsa, o özürlerin pek de kıymeti kalmıyor. İşte Irak yanıbaşımızda. Darfur. Afrika gerçekliği-hatta gerçek-ötesiliği. 50-60 sene sonra özür dileyeceğimiz şeyleri bile bile yapmaya devam ettikçe bu dünyada sadece sorun yaratırız.

Gelelim ülkemize. Bu yalnız ve güzel ülkede bir ilk olarak Adalet Bakanı M. Ali Şahin, Engin Ceber'in işkence sonucu ölmesi üzerine devlet adına resmen özür diledi. Tabii Dünya'daki gelişmelere bakınca devletimizin daha özür dilemesi ve düzeltmesi gereken çok mevzu varmış gibi duruyor; 70 milyondan fazla nüfusa sahip bir ülkede, tek bir anadilde(ve tek bir dinin tek bir mezhebine dair) eğitim veriliyor, sadece 1980 yılından beri bu ülkede işkence görenlerin sayısı 1 milyonu aşmış, insan hakları ihlalleri gırla gidiyor, ki bunu da AİHM'de en çok mahkum olan ülkelerden biri olmamızdan anlayabiliyoruz..Bunların yanısıra biraz geçmişe bakıldığında zorunlu göç'ler, derin devlet eliyle düzenlenen yağmalar, katliamlar, faili meçhul cinayetler görüyoruz. Bunlar için devletin herhangi bir kurumundan resmi bir özür işittik mi? Bu olayların faillerini yargılayabildik mi? Mağduriyeti giderebildik mi? Daha gidilecek çok yolumuz olduğu aşikar.

Tabii devlet, halktan bağımsız bir varlık, gökten zembille inmiş bir yaratık değil. Devleti bu topraklarda yaşayan insanlar oluşturuyor. Peki bizdeki bu "zarar verme" güdüsü nasıl işliyor, nasıl meşrulaştırıyoruz bu yapılanları? "Ulusal çıkar"  veya "milli güvenlik" gibi muğlak kavramlarla mı? "Bölünmez bütünlük" gibi yarı-tanrısal atıflarla mı? "Toprak üzerine dökülen şehit kanı"nın dayanılmaz ajitasyonuyla mı?

Bu kavramlar komik gibi dursa da, aslında en korkunç eylemlerin bile meşrulaştırılması çok zor değil. Hitler Almanya'sında bunu görmedi mi insanlık? O kadar geriye ve başka bir ülkeye gitmeye de gerek yok. Şu yukarıdaki söylemlerle kaç operasyon yapıldı, kaç kez OHAL uzatıldı, kaç kez insan hakkı ihlalleri yaşandı, kaç insanımız mağdur oldu? Aşağıdaki yazıda da bahsettiğim "kuşatma" halini insanlara empoze edebilirseniz, milleti sürekli savaşta olduğumuza (george orwell'e selamlar) inandırabilirseniz, iç ve dış mihrakların cenderesinde olduğumuzu anlatıp insanları mütemadiyen teyakkuz halinde tutabilirseniz, her türlü yasadışı ve hatta insanlık dışı eylemi meşrulaştırabilirsiniz.

Bu kuşatma çemberinin kırılması, dış dünyaya açık olmakla mümkün. Sorgulamak, anlamaya çalışmak, kime yararsa yarasın gerçeği açıklamakla mümkün. Bu kuşatma mekanizması bir kere patlak verdi mi, artık kolay kolay yamanmaz. Dış dünyada, geçmişi için özür dileyen devletler var. Meşruiyetini saygı yoluyla kazanmaya çalışan iktidarlar var. Onlardan haberdar olmak bile "bizde niye olmuyor?" diye sormamızı ve buradan başlayarak devletle ilgili birçok şeyi sorgulamamızı sağlayabilir. Özellikle de geçmişte ve bugün yapılanların meşruiyeti üzerine sorulan bu sorular ve yapılan analizler, sivil toplum, medya ve siyasi mekanizmalar aracılığıyla daha yüksek sesle dile getirilmeye başladığında, bizim devletimiz de diğer devletler gibi kendine çeki düzen verme ihtiyacını hissedecektir. Sanırım bunu çoktan hakettik.

Hiç yorum yok: