gerçeğin kendi kafamda oluşturduğum versiyonunu sevebilmekteyim ancak. yani gerçeği olduğu gibi algılamak, kabul etmek, sevmek veya ona uygun davranmak konusunda sıkıntılarım var.
kurgulanmış gerçek beni her yerde her zaman çekiyor. bilgisayar oyunları. filmler. diziler. herşey kontrollü. herşey hesaplanmış. hiçbir fazlalık yok. gelişen bütün olaylar bir hikayenin, bir hissiyatın, bir düşüncenin evrilmesi için var. bütün karakterler ana karaktere hizmet ediyor, bu ben oluyorum. bir ana karakterle özdeşleşebildiğim ölçüde kendimi güvende hissediyorum, o kurgulanmış dünyanın içinde.
bunda bir çeşit korku rol oynuyor sanırım. kabul edilmeme korkusu. başarısızlık korkusu. kaybetme veya kaybolma korkusu. önceden hesaplanamayan, tahmin edilemeyen bir dünyanın içinde her an kaybolabilirim çünkü. o yüzden önceden hesaplanmış bir dünyada, bir ana karakter için yaratılmış o dünyada, o ana karaktere kitlenmek, güven verici. çünkü olmak istediğim kişi o. o dünyanın içinde, o karakter hiç kaybolmuyor. yeniliyor olabilir, hatta ölüyor da olabilir, ama kaybolmuyor. çünkü bu sefer o dünyayı da kendi kafamda kuruyorum. ve o karakter benim kafamda da yer ediyor. böylelikle ölmüyor. bende yaşamaya devam ediyor.
bişeyler üretmek, insanlara ulaşmak, paylaşmak, sevmek ve sevişmek dürtüleri de buradan çıkıyor benim için. bir iz bırakma çabası. kendini kabul ettirme çabası. takdir görme çabası. yaptığım bütün fedakarlıklar, veya iyilikler dönüp dolaşıp kendimi iyi hissetmemi sağlıyosa, onları gerçekleştirmemde bencil bir niyet var demektir, öyle değil mi?
peki gerçeği olduğu gibi algılamak, kabul etmek ne derece mümkün? yani herkeste böyle bir dönüştürme dürtüsü var mı? ya kafamızda dönüştürdüğümüz o gerçekle, esas gerçeklik arasında en ufak bir benzerlik kalmadığında ne oluyor? bir patlama, bir yüzleşme. ve yüzleşmelerden de garip bir haz alıyorum. sanki bir dünyayı yıkıp yerine yenisini yapmak hoşuma gidiyor. belki kafamdaki ilüzyonu bir anda silip atarak bir an için gerçeğe yaklaşıyorum. ancak o anın sonrasında yaptığım çözümlemeler ve bulduğum bahaneler beni yeni (ve hayali) bir meşruiyet zeminine taşıyor. çünkü, ilüzyonu sildiğim zaman şunu sormam gerekiyor: bu kadar uzun süre devam etmesine neden izin verdim? cevap: ihtiyacım vardı. ve bu cevaptan da, ihtiyacıma göre gerçekliği çarpıtan bir insan olup çıkıyorum. bu, sevgili egom için elbette tahammül edilemez bir durum! öyleyse hem ilüzyonu sürdürmeyi, hem de vakti gelince onu paramparça etmeyi meşrulaştırabilmeliyim. bu da, filmin ana karakteri olmamdan geçiyor kuşkusuz. dünya benim etrafımda dönüyorsa, bütün değişimler ben istediğim için gerçekleşmelidir.
hadi ben bencilim, ya da manyağım. ya diğerleri? herkes kendini, içinde yaşadığı dünyanın ana karakteri olarak görmek zorunda hissediyor mu? bundan çıkış var mı? daha yüksek bir amaca hizmet, bir din, bir ideoloji, dünyayı değiştirme tutkusu, dünyayı daha iyi bir yer yapma tutkusu..bu cevapların içinde de yine kendimizle gurur duymamızı sağlayacak, verdiğimiz bütün o saçma sapan kararları meşrulaştıracak bir zemin aramıyor muyuz aslında?
ben, kendimi tanıyorum ve ne istediğimi biliyorum. ama benim dışımdaki dünya, benim dışımdaki insanlar, nedir, nasıldır..hiç uzanamadım oraya, hiç gerçekten merak edip de sormadım. buna rağmen, bu dünyaya ve bu düzene çok alıştım. o yüzden herşeyi ağırdan alıyorum, herşey aynen böyle kalsın istiyorum. tembel olmak için aşırı çaba sarfetmem gerekiyor. şu an, benim için kurulmuş bir dünyaya çok yakınım. çünkü sanırım, gerçeklik de benim içime sızmaya pek o kadar meraklı değil.
içinde bulunduğum bu ortam, işte aile, veya okul değişecek olsa..o zaman yeni bir dünya algısı mı geliştirmem gerekecek? iyi de benim dışımdaki şeyler hakkında en ufak bir fikrim yok. öyleyse nasıl değişebilirim? daha kendimi değiştiremiyorsam, dünyayı nasıl değiştirebilirim?
farkındayım, biraz saçmaladım. insanlar psikologlara bunun için para vermiyo mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder