11 Kasım 2008 Salı

Saat 9'u 5 geçe, Atam Dolmabahçe'de..

Bize öğretilen Atatürk'le, gerçekten yaşamış olan Atatürk arasındaki farkların iyice ayyuka çıktığı bir dönemi yaşıyoruz. Atatürk artık bütün çevrelerde, bütün boyutlarıyla tartışılabilir hale geldi. Bu, elbette ki sağlıklı birşey. Bu sürecin devamı hem Atatürk'e atfedilen "ilahi-doğaüstü" gibi sıfatların geçerliliğini yitirmesini, hem de Kemalizm denen yarı-dinin, artık işlevselliğini yitirmiş bir sistemin açıklarını kapamak üzere sonradan oluşturulduğunun anlaşılmasını sağlayabilir. Daha "insani" bir Atatürk, şüphesiz ki daha geniş çevrelerce kabul görecektir. Zorla aşılanmayan Atatürk sevgisi, daha doğal bir biçimde, "kendiliğinden" yer bulacaktır içimizde. 

Yarı-din lafına mı takıldınız? Her yılın belli dönemlerinde, hatta belirli günlerin belirli saatlerinde, aynı kıyafetler giyilerek, aynı sözleri söyleyerek, aynı duyguları yaşayarak, hep ezberlenegelmiş törenler ve merasimleri gözünüzün önüne getirin. Ve bunların kaç yıldır tekrar tekrar yapılmakta olduğunu düşünün. Bunun yanına Anıtkabir ziyareti ve orada her seferinde aynı biçimde tekrarlanan programı aklınıza getirin (saygı duruşu-defteri imzalama-o deftere yazılanlar-devlet erkanının hazır bulunması-çelenk koyan iki askere yardım eden günün ziyaretçisi vs vs). Tamam, anlamlı olabilir, anmak gerekli ve önemli de olabilir, ancak bu anma şekilleri, biraz uzaktan baktığınızda size ritüel hissini verecektir. Laik bir devlete ritüeller ne derece yakışmaktadır? Bu ritüellerin her sene eksiksiz yapılmasını Atatürk vasiyet mi etmiştir, yoksa biz sonradan kendimize vazife mi çıkarmışızdır? Bunlar önemlidir, bunlar tartışılmalıdır, çünkü bu törenlerde, hem bütün bir milletin bilinçaltını, hem de devletle halk arasındaki o gerginliği incelemek mümkündür. 

Kaldı ki bunların tartışılması, bu tartışmalarda söyleyeceğimiz herhangi bir söz, Atatürk'e ve yaptıklarına gölge düşüremez. Niçin düşürsün? Onun kurduğu cumhuriyeti yaşıyoruz. Bu yalın ve sade bir gerçek, bunun etrafından dolaşmanın, kıyısından köşesinden yontmanın imkanı yok. Saltanat'ın kaldırılıp cumhuriyetin kurulması, kuşkusuz bu ülkeye yapılmış en büyük hizmettir. Bunu da tartışacak kimse olduğunu zannetmiyorum zaten. Ama kemalizmde çarpık bir tümevarım sözkonusu: eğer Atatürk'ün bir eylemini tartışıyosan, bütüüün cumhuriyetin meşruiyetini bile tartışıyosundur. Söz gelimi kıyafet devrimi tartışılabilir. İnsanlara zorla belli bir kıyafeti giydirmek, onların bir gün gerçekten batılı olmalarını sağlar mı? Sizce bugün batılı olmayı başarabilmiş bir ülke miyiz? Şimdi bunu tartıştım diye Atatürk düşmanı mı oldum? Atatürk'ün bazı işlerini sevip, diğerlerini eleştirme hakkım yok mu?

Tartışma, aslında bazı insanların kafasındaki "doğaüstü" Atatürk imajının zedelenmesinden çıkıyor. Hiçbir hatası olmayan, asla eleştirilmesi gerekmeyen, herşeyi her zaman doğru yapmış olan "ulu önder" hikayesi, aslında çok işlevsel. Bir kere "milletimizin bağrından" böyle yüce bir insanın, destansı bir kahramanın çıkabilmiş olması, bizim ne kadar "büyük, yüce ve ulu" bir millet olduğumuza dalalet etmekte. Bu "omnipotent" insan imajı, ve beraberinde onun ve yaptığı her hareketin tartışılmaz olması, yani tabulaştırılmasıyla oluşturulan ideoloji (kemalizm), geçmişimizin bazı karanlık bölgelerini zarifçe örterken, bugünkü bazı hukuk dışı eğilimleri bile maskeleyebilmekte, hatta bir meşruiyet aracı olarak kullanılabilmektedir. Kendisini "onun bakışıyla" donattığını düşünenler, "üzerimizde oynanan oyunlar"a dair bitmek tükenmek bilmeyen masallar anlatabilmekte, "iç ve dış düşmanlar"ın uzuuun uzun listelerini yapabilmekte, memleketini koruyup kollamak için en uygun kişiler olduklarını gururla beyan etmektedirler.

Bu "ilahlaştırma"nın başka işlevi de şudur:bu ülkede devlet sevgisi, hatta vatan-millet-sakarya sevgisi, Atatürk sevgisiyle ölçülür. Eğer Atatürk'ü yeteri kadar seviyorsan, vatanı milleti de seviyorsun. Hayır, tersi geçerli olamaz. Çünkü vatanı ve milleti devletin sana öğrettiği şekilde, sana daha küçüklüğünden itibaren pompalanmaya başlanan hamasi söylemlerle sevmelisin. Halbuki sevgi, her zaman mantıksal çıkarımlara dayanan bir his değil, bir insanın bir başka insanı sevip sevmemesi, o insanın siyasi kimliğini bütünüyle anlatabilir mi? Bütün devletin tek bir insanla özdeşleştirildiği bir ülkede, malesef bu da mümkün. 

Siz, Atatürk'ten sonra gelenler! (çünkü herşey ve herkesten önce o vardı, gökten zembille indi) Sizin sevginiz de, niyetiniz de sürekli teftiş edilmelidir! Makbul bir vatandaş mısın? Kimliğin-kıyafetin-dilin-düşüncelerin ve duyguların, devletin (buralara Atatürk adını sokuşturmak işe yarar) vatandaşlık tanımına uygun mu? Atatürk'ün miras bıraktığı ilkeleri can-ı gönülden takip ediyor musun? Kemalizm tam olarak budur işte, Atatürk'ten çok Atatürkçü olmaktır. Onu kimsenin ulaşamayacağı bir mertebeye koyan, sonra da koşulsuz itaat ve sevgi bekleyen bir ideolojidir.

Eee, boşuna dememişler "faşizm konuşma zorunluluğudur" diye. Devlet için, ideoloji için makbul olman yetmez, makbul olduğunu dile getirmen de gerekir. Yoksa, bizden değilsin. Yoksa, işbirlikçisin. Yoksa, vatan hainisin. Sorgulamayacaksın. Tartışmayacaksın. O herşeyi doğru bildi, doğru yaptı, daha iyisi de yapılamazdı. 

Daha en baştan sormamız gereken şey, madem bu kadar mükemmel bir sistemimiz, altyapımız ve kapı gibi ilkelerimiz var, neden bu haldeyiz ülkece?

Hem Atatürk, hem de ilkeleri tartışılmalıdır, tartışılabilmelidir. Yoksa onun bize bıraktıklarının ötesine geçmek, üzerine daha iyi, daha adil bir sistem inşa etmek nasıl mümkün olur? İnkılapçılık, tam olarak bunu yapmamızı gerektirmiyor mu? Mesela bugün devletçilik diye bir şey kaldı mı? Halkçılık'ı hangi partiler benimsedi? Egemenlik ne zaman kayıtsız-şartsız milletin olabildi? 6 ok'tan biri neden demokrasi değil?

Bir de kemalizm üzerinden halkı aşağılayan, halkı kemalizme layık bulmayanlar var. Lafta herkesten daha Atatürkçü olanlar, egemenlik milletin olsun dediğinizde ilk burun kıvıracak olanlardır. Halk, hep yanlış partilere oy vermişlerdir çünkü. Ezelden beri cahildirler (hayır efendim, ne münasebet? bunda devletin ne sorumluluğu olabilir?). Milletin Atatürk sevgisi yetersizdir, o yüzden demokrasiye layık değildirler. Henüz vakti gelmemiştir, ehlileşmemişlerdir, eğitim şart-şart-şarttır. Ve memleketimizi Atatürk'ün yaşadığı zamana çevirecek olan her eylem (bkz. darbe) sırf bu özelliği sayesinde meşrudur. Halbuki Atatürk tekrar o zamanlara dönmemizi istemezdi ki? Ne pahasına olursa olsun ilerlememizi, özgürleşmemizi, daha insani, daha rahat yaşamamızı isterdi. Halkın insiyatif almasını isterdi. Zaten, tam da bu yüzden ülkeyi askere veya bürokrasiye veya kemalizme değil (zaten o yaşarken kemalizm yoktu), biz gençlere emanet etti.

Toparlamak gerekirse, ideolojik düşünce yapısını kıramayan kemalizm, artık patlak vermekte, günümüzün ihtiyaçlarını karşılayamamakta, dahası insanları "hizaya" bile getirememektedir. Yukarda saydığım işlevselliğini de gün geçtikçe yitirmektedir. 

Ve insanlar Atatürk'ün arkasına saklanmayı bıraktığı gün, hukuk-içi veya hukuk-dışı her eylemi onun üzerinden meşrulaştırmayı bıraktığı gün, siyasi veya sosyal bütün argümanlarını ondan bağımsız da kurabilmeyi öğrendikleri gün, ve en önemlisi, sistemin açıklarını örtmeye çalışmak yerine, tamir etmeyi, eleştirmeyi, değiştirmeyi başardığı gün, Atatürk huzur içinde uyuyabilecektir.

Hiç yorum yok: