16 Şubat 2011 Çarşamba

kurnazlık ve solculuk (2)

Referanslar demiştik..Atatürk'e referans vermeyen Türk olur mu? İşçi sınıfını en tepeye koymayan/emek-sermaye çelişkisini yegane çelişki olarak benimsemeyen bir sol olur mu?

Önceki yazımda bahsettiğim melezlik burada da ortaya çıkıyor işte. Genelde "saf" kalmayı başarmış solcuların referansları aynı kalmakta, ve bu duruş adeta bir "namusluluk" veya bir "alnı açık-başı dik" olma haline denk getirilmekte. Halbuki 30 yıl öncesiyle aynı şeyleri söyleyen bir sol, artık yeni birşey sunamıyor, her olaya aynı dar pencereden bakıyor demektir.

"Sınıf çatışması" analizi bugünkü birçok siyasi meseleyi ıskalıyor örneğin. Tıpkı "iç ve dış düşmanlar" söyleminden hareketli, soğuk savaş yıllarının anti-emperyalist jargon gibi..Bu jargon ulusalcılıkla gelenekselci solun buluşma noktası aynı zamanda..Günümüz Türkiye'sini anlatmayı/açıklamayı imkansız kılan bir söylem bu. Çünkü kapalı bir söylem..

Oysa ülkemizde (ve tüm dünyada) emek-sermaye çelişkisinin haricinde başka çelişkiler de mevcut. Kimlik sorunları, otoriter laiklik, askeri vesayet vs..Bu konularda bize hiçbişey söylemeyen, veya yüzeysel bir analizle yetinen sol, sol olabilir mi?

Eh, analiz yeterli olamayınca başvurulan merci mecburen bir takım "komplolar" oluyor. ABD'nin emrinde hükümetler var, Soros'tan, Fetullah Gülen'den sürekli para yardımı alan gazeteciler-yazarlar var vesaire..İnsanları "sorosçu-fetocu" düzeyine indirgedikten sonra, tartışmaya lüzum kalmıyor zaten, onlar hükmen yenik çünkü..(bu esnada Soner Yalçın olayı ne kadar güzel hatırlattı odatv'nin alenen hedef gösterici yayınlarını değil mi?)

Bu fetocu-sorosçu kişiler de hep kimlik üzerine, laiklik üzerine, askeri vesayet üzerine konuşuyorlar. Ne hadlerine değil mi? Üstelik kimileri kendilerini solcu olarak bile görmüyor, aralarında başörtülüler var kürtler var..Vah başımıza gelenler kısacası..

Sonuçta, solun görevi Marx-Engels-Lenin külliyatını terennüm etmenin çok ötesinde olmalı bence. Dünyanın almakta olduğu şekle uygun olarak yeni analiz yöntemleri, yeni işbirlikleri, ve hatta yeni melezlikler peşinde olmalı.

Demek istediğim şu: tarihi ve bugünü anlamanın bir sürü farklı yolu var artık. Tarih hergün yeni perspektiflerden tekrar yazılıyor. Ve her perspektif farklı bir teorik çerçeveden ele alınarak anlaşılabilir artık. Tarihi yekpare haliyle anlatabilecek bir "meta-anlatı" teorilerinin geçerliliği bulunmuyor. Hatta sözkonusu meta-anlatıların kendileri yeni tarihi okumalarının, yeni eleştirilerin hedefi olabilmekte.

Meta-anlatı demişken, TKP-ÖDP çizgisinin (nedense) sahiplendiği bir başka jargon da ilerici-gerici jargonu. Bu jargonu "cumhuriyetin kazanımları" söyleminde bulmak da mümkün. Bu sola göre AKP sadece neo-liberal iktisadi politikaların taşıyıcısı değil, aynı zamanda İslamcı-gerici bir hareketlenmenin de öznesi, ve, mazallah, cumhuriyetin kazanımlarını (onlar da neydi acaba) kaybetme riski de mevcut siyasi gündemimizde.. Peki biz melezler olarak napıyoruz? İlericiliğin meşruiyetini sorguluyoruz, 20'lerde, 30'larda ilericilik adına yapılan zulümleri sorguluyoruz. Olacak şey mi? Bunun solcu olmakla ne alakası var, di mi?

Fakat, günümüzde sol'un ayrıştığı noktalardan biri de bu..İlerici söylem hangi noktada meşrulaşır? Ehlileştiremediği kesimleri gerici olarak addettiği vakit. İlericilik her daim normatiftir, modernizmle elele olduğundan "bilinmeyen"e tahammülü yoktur. Herşeyi zaten biliyor/görüyor olma durumu, sola değil, moderniteye özgüdür aslında. Pozitif bilimin ışığında yürüyoruzdur, herkes bizimle aynı yolda, ileri doğru yürüse, sorun kalmayacaktır.

Tarihte birçok kıyımı, zulmü meşrulaştırmak için kullanılmış bir söylemdir bu. Meta-anlatıların tehlikesi de buradadır zaten. Bilim dili, ekonomi-politik dili, çok ciddi insanlık suçlarının üzerini ilerici ve ulu amaçlarla örtebilir.

Başörtüsü meselesindeki temel itirazlardan biri bu "bilinmeyene tahammül" meselesi zaten. Başı açık olan kadını tanıyabiliriz, çünkü onunla özdeşleşebiliriz..Ancak başı kapalıysa bilemiyoruz, şeriat mı istiyor, inancı öyle buyurduğu için mi takıyor, mahalle baskısı mı, başka bişey mi..Eh burada çok fazla "bilinmeyen" var, biz en iyisi buraya kendi önyargılarımızı boca edelim, İslam'a dair herşeyi bir gericilik-kötücülük eksenine oturtalım ki, zahmete girmek zorunda kalmayalım..

Sözün özü: ben solcu olmayanlarla da konuşan, solcu olmayanları da anlamaya/görmeye çalışan
bir sol arıyorum. Çünkü sol'un nihai amacının kendisini yüceltmek değil, ezilen kesimlerin dertleriyle uğraşmak olduğunu düşünüyorum..Ezilenlerle, bizzat ezenlerin ilerici dilinden konuşacaksak, işimiz zor..

12 Şubat 2011 Cumartesi

kurnazlık ve solculuk (1)

Ara sıra çok saf bir insan olduğum izlenimine kapılıyorum. Napayım, etrafımdaki biçok insan benim üzerinde uzunca bi süre düşünmem gereken şeyleri öylesine kolay biliyorlar ki...En karmaşık olaylarda bile bilgileri öylesine temiz, güvenilir ve bütüncül ki..

Aslında temel sorunum şu: siyaseten yanlış yerde duruyorum ben. "Bilenler"in yanında değilim. Ben analiz etmeye, anlamaya çalışıyorum. Oysa, özellikle de solun büyük bir kısmı, çoktan biliyor. Yeteri kadar Marx, Lenin, Engels okusaydım ben de bilirdim belki. Ama yetersizim işte.

Neyse, ironik girişleri uzun tutmamakta fayda var. Son zamanlarda yaptığım kimi siyasi tartışmalardan edindiğim izlenim şudur ki, bu ülkede sol'un ikiye ayrılmış olmasının epistemolojik bir bağlamı da mevcut. Kaba genellemeler yapmadan derdimi anlatabilir miyim bilmiyorum, o yüzden mazur görün. Ama sol.org.tr (yani TKP), Birgün (yani ÖDP) kadrosunun epistemolojik konumuyla, DSİP'in, bazı Taraf yazarlarının, Yetmez Ama Evet'çi kesimin epistemolojik konumu birbirinden epey farklı. Dolayısıyla son zamanlarda sertleşen tartışmaların bir kaynağı da bu gibime geliyor. Baştan söyleyeyim, elbette TKP-ÖDP çizgisi içinde, ve elbette DSİP-Taraf çizgisi içinde dediklerimin dışında kalan insanlar vardır, ben genel bir çerçeve üzerinden hareketle bu yazıya girişiyorum.

TKP-ÖDP çizgisinin söylemi son zamanlarda bizim tarafın (yetmez ama evet diyenlerin) "kandırıldığı" yönünde. Bu söyleme göre AKP bize referandumda ileri demokrasi vaadetmiş, bizler de (saf olduğumuz için) buna inanıp evet demişiz, ama AKP'nin kimi uygulamaları ve söylemleri demokratikleşeceği yerde otoriterleşmiş. Biz de, bir nevi, keklenmişiz. Oysa onlara uyup hayır verseydik, AKP tam tersine demokratikleşecekti...mi? Yoksa aşağı yukarı aynı tabloyla mı karşılaşacaktık? Bu bir sorunsal olarak cepte dursun.

Bu söylemin kaynağında epistemolojik varsayımları görmek çok kolay. TKP-ÖDP çizgisi, gerçekliği bütünüyle görme ve bilme yetisine sahip. "%42 sol, %58 sağ" manşetini başka türlü açıklamak imkansız çünkü. Ancak referandumun işaret ettiği nihai sonucu tam anlamıyla kavrayabilenler bu çıkarsamayı yapabilir. Ve ancak kıymeti kendinden menkul bir bilgelik MHP gibi bir partiyi sol'da konumlandırabilir.

Bu sol'a göre herşeyin zamanlaması manidar. Herşey aşırı biliniyor çünkü. Her edimin ardında daha derin bir motivasyon, gizli bir ajanda, bir takvim mevcut. Bizler, saf olduğumuz için, halkın somut taleplerine kulak veriyoruz (kürt meselesi, ermeni meselesi, başörtüsü, alevi sorunu vs). Oysa gözönünde bulundurmamız gereken şey, sözkonusu taleplerin hangi siyasi aktörlereyaradığı. Askeri vesayetle hesaplaşmak AKP'ye mi yarıyor? Öyleyse bu işte bir bit yeniği vardır. Yargı reformunu AKP mi getiriyor? Öyleyse burada yargıyı kontrol altına alma çabası vardır vs.

Bu çizginin kendisini daha "saf" Marksist addetmesi, bizim kesimi yeteri kadar solcu olmamakla suçlaması boşuna değil. Benim gibi düşünenlerin, solcu olmayan kesimlerle bazı konularda anlaşma, konuşma, hatta ittifak kurma gibi garip bir huyu var. Bunun da bizi siyaseten daha "melez" bir konuma taşıdığı muhakkak.

Dolayısıyla karşımıza iki türlü sol çıkıyor. Bir tanesi kurnaz, her türlü siyasi olayın arka planındaki çıkar ilişkilerini, gizli ajandaları tek tek tespit etme yeteneğine sahip. Nasıl mı? Referansları sağlam. Buna da değineceğim. Diğer türlü sol (yani benim de dahil olduğum) o kadar kurnaz değil, çünkü melez. Çünkü gerçekliğin sadece küçük bir kısmını algılayacağını biliyor. Çünkü gerçekliği anlamak ve anlamlandırmak için başkalarının, ötekilerin ve ötekileştirilmişlerin bakış açılarına da muhtaç olduğunu biliyor. Bu haliyle daha mütevazı elbette. Birkaç somut örneğe bakınca duruşumuz daha net ortaya çıkabilir..

Örneğin, biz melezler, başörtüsü meselesinde gönül rahatlığıyla "özgürlükçüyüz, ama salak değiliz"* diyemiyoruz. Salağız çünkü. Bir toplumsal talebin arkasındaki gerici ajandayı göremiyoruz. Onlar görüyorlar, çünkü salak değiller. Onlar, bilginin şaşmaz otoritesiyle kutsanmışlar.

Ve referandum sorunsalına geri dönecek olursak..Bugünlerde AKP'nin her yanlışı (özellikle polis şiddeti, hukuk skandalları) bu melez sol'un hanesine yazılmak isteniyor. Sanki referandumda evet diyerek biz bu olacaklara göz yummuşuz, sanki şimdi tepki gösterme hakkımız yokmuş gibi. AKP'nin kategorik olarak herşeyi yanlış, hatta kasten kötücül bir biçimde uygulayacağını varsayanlar, bizim de AKP'yi bir iyilik meleği, bir demokrasi havarisi olarak gördüğümüzü düşünüyorlar.

Problem şurada: ne yetmez ama evet'i anlamışlar, ne AKP'yi anlamışlar, ne de kendi duruşlarını. Anlamaya çalışmıyorlar, çünkü anladıklarını varsayıyorlar. Peşinen anladığını düşünen kişi, neden çaba göstersin? Yaftalayıp geç, artık o "cepheden" gelecek her türlü mesajı kendi dünya görüşüne göre yorumlayıp "bu liboş, bu gerici, bu yeterince sol değil, bu yalaka, bu yandaş" diye sıraya dizebilirsin..Sen ki herşeyi bilensin.

TKP-ÖDP çizgisini anlatırken, aslında ister istemez ulusalcı ideolojiye de değinmiş oldum. Çünkü benzer "herşeyi çoktan biliyor olma" hali, benzer pozitivist jargon ulusalcılıkta da mevcut. Buradan referanslarla ilgili bir tartışmaya geçeceğim, sıradaki yazıda..

*: Zamanında Birgün'den Melih Pekdemir'in öne sürdüğü "kurnaz duruş".