9 Mayıs 2011 Pazartesi

piskevüt

Nedir? 3 aydır yazmıyordum hiçbişey. Ama bir sorun, niye yazmıyordun? Ne bileyim ben. Yazacak öyle çok şey birikti ki bir noktadan sonra üşendim sanırsam. Ancak, şu son haftalarda öyle acaip işler gördük, öyle skandallar, böyle sansasyonlar, yok çılgın proce yok yılgın bilmemne derken..Bir patlama anının yaklaştığı belli. Yok yani bu ülkenin genelinde değil, benim kendi mütevazı iç patlayışım.

Bu ülkede ümit etmek ölümcül bir hata; aslında bunu çoktaan farketmiş olmam gerekirdi de..Belki de farkettim ve o yüzden yazmayı bıraktım. Öyleyse şimdi niye geri döndüm? Piskevüt için.

Biz devletle hep squash oynuyoruz. Bir ara tenis maçına dönüyor gibi oldu ama, ı-ıh. Hiçbir zaman yenemeyeceğimizi bile bile bütün taleplerimizi, politik alternatiflerimizi dümdüz bir duvara fırlatıp duruyoruz. Bizleri temsil edeceğini düşündüğümüz insanlar, bize benzeyeceklerine o duvara benzemeye başlıyorlar. Kimisi zaten bizzat duvarı temsil ediyor.

Basılmamış kitapları toplattıracak, tek bir gizli tanığın ifadesiyle çat tutuklamalar-gözaltılar patlatacak kadar hoyrat bir TMK, ve bu yönetmelikleri harfiyyen yerine getirecek-ve üstelik karşılığında hiçbir izahat vermeye gereksinim bile duymayacak-savcılar ve polisler..Bunu ister Ergenekon için söylediğimi düşünün, ister KCK. Veya isterseniz Türkiye'deki hapishanelerin yarısını dolduran bütün tutuklular için söylediğimi düşünün.

Hukuğun araçsallaştırılması yeni birşey değil elbet; ama bilhassa duvarın bir kısmıyla mücadele etme iddiasındaki partilerin, bu işlevsel kısma hiç dokunmaması, elleşmemesi, insanı korkunç bir karamsarlığa itiyor.

Bu ülkede rejime alternatif getireni susturuyorlar, diyor Nejat Ağırnaslı. Menşei ne olursa olsun, şiddete başvurmasına gerek yok, "acaba şöyle mi olsa" dediğiniz an kapınız çalınabilir. Tartışmaya izin verilmiyor, öneri sunmaya izin verilmiyor. Güya "konsensus"la yeni anayasa yapılacak. Bir ülkede "siyasi suç" diye birşey var, %10 barajı var..bunlar olunca konsensus olur mu a dostlar?

"Nedir bu demokratik özerklik?", diyor Gandhi Kemal, bir allahın kulu çıkıp da "Açıp okusaydınız efendim DTK'nın projesini" demiyor.

"Piskevüt" diyor Devlet Bahçeli. Buna birşey diyemiyorum.

"AKP'yi hedef almak milleti hedef almaktır" diyor RTE, alternatifsizliğin körleştirdiği bir sesle. Hiç mi çekinmiyor? Bu kadar mı güveniyor kendine? Güvenmesin de napsın, bu ülkede siyaset ilk günden beri yerlerde sürünüyor. Ve hep kendisini milletle/halkla özdeşleştirmeye çabalayan siyasetçiler, gitgide halkla alakası olmayan, kıymeti kendinden menkul birer iktidar odağı haline geliyorlar.

Yine RTE, biz de binlerce genç yürütürüz de yürütmüyoruz diye dayılanıyor. Bahçeli "bizde de bozkurtlar var höaaa" diye cevap veriyor. YGS'ye dair tepkilerini dile getirmek için sokağa dökülen liseli arkadaşlar da "Bu iş ne ara buna döndü" diye bakınıyorlar muhtemelen.

Ve tabii, bahsetmeden olmaz, bürokraside akıl almaz beceriksizlikler, muğlaklıklar baş gösteriyor sırayla. Önce YGS'de olağanüstü bir yeteneksizlik (Ali Demir, hala o makamda duruyor), sonra YSK'nın ülkeyi iç savaşa sürüklemesine ramak bırakan kararı-ve geri dönüşü-sonra şu TİB ve BTK'nın ne idüğü belirsiz düzenlemeleri. Elbette bunlar hemen bağlamlarından koparılıp genel bir "sivil dikta-über faşizm" söylemine ek malzeme olarak da kullanılıyor, o hep bildiğimiz ve alışık olduğumuz çevreler tarafından. Bu kavramları da amma rahat kullanıyoruz di mi?

Ana-akım medyamız, sadece "olmaması gereken" bişey olunca güneydoğuya bakabiliyor. Mesela bir kadın milletvekili polise el mi kaldırdı? Çullanın! Bir başka kadın "Kötü şeyler olacak" mı dedi? Davranın! Diğer zamanlarda, mesela gaz bombasıyla yaralanan bir başka kadın milletvekili bacağını kaybedecekken, veya onlarca kişi tek bir "kepçeyle" gözaltına alınırken, anlı-şanlı polisimiz "son derece orantılı bir güçle" sokaktaki adamın göğsüne kurşun sıkılırken, Ergenekon davasındaki hukuksuzlukların birebir aynısı KCK davasında da görülürken ana-akım medya suskun. Sadece patlama anlarına bakmak ve Kürt siyasetini "mutlak kötü" olarak lanse etmek peşindeler. Meclise girseler suç, Kürtçe konuşsalar suç, milletvekili adaylıkları tartışmalı, çadır kursalar bile suç..Sonra, insanlar niye dağa çıkıyor ayol, hep fakirlikten-eğitimsizlikten vesaire lafları..bu ülke insanı delirtir, yemin billah delirtir.

24 Nisan'da zorunlu olarak askerliğini yapan Sevag, günün anlam ve önemine uygun bir biçimde "şakalaşırken" öldürülüyor. Bu, zorunlu olarak askere gidip de dönemeyen kaçıncı insandır Türkiye'deki? Sayılabilir mi? Buna olsa olsa "terör par excellence" denir. TSK ne diyor bu konuda, umursamıyorum bile.

Farkındaysanız argüman falan üretmiyorum artık, belli bir sebep-sonuç ilişkisi de kurmuyorum, sadece yakınıyorum. Neden bu haldeyiz? Neden birbirimizi ezmek için nefes tüketiyoruz? Nolacak yani? Beni bile karamsar yaptınız ulan, bu ülkenin sorunları öyle seçimle, yeni anayasayla falan filan çözülmeyecek bu gidişle. Uzlaşma deseniz, bu kadar ezilmiş/sömürülmüş kitlelere, "devletimizle-hükümetimizle uzlaşın" demek de artık hakaret olur.

O squash duvarı bir şekilde kendini normal tenis kortuna bırakacak, arkadaş. Bunu devrimci bir söylem olarak almayın, ben herşeye rağmen yine reformistim de, radikal bir hareketlenme olmalı yani. Ki son birkaç aydır Ortadoğu'da gördük ki, o kadar da kırıp dökmek gerekmiyormuş. Hayatı rölantiye almak, gündelik yaşamın-sermayenin-devletin çarklarını bir süreliğine durdurmak yetiyormuş.

Biz napıyoruz? O çarkları, o devasa duvarı rakiplerimizin, bize benzemeyenlerin aleyhine kullanmaya çabalıyoruz. Ve sonuçta kimse kazanmıyor, kimse piskevüt alamıyor, hep beraber kaybediyoruz. Aferin bize.