10 Ekim 2011 Pazartesi

şiddet üzerine deneme 1

Peki, sorun nedir?

(Belki de bir tutarlılık ya da sistematik düşünme kalıbı arayışı beni derin bir "hiatus"a soktu. belki de kelimelerimin zaten tesirsiz olduğu nihayet kafama dank etti. Ama ne farkeder? Neden yazmayayım ki?)

Şiddet hakkında düşünmek istiyorum. Sesli düşünmek. Siz de düşünün.

Önce şunu soralım, şiddete kategorik olarak mı karşıyız? Yoksa geçerli ve meşru bir yöntem olarak görülebileceği bağlamlar mevcut mu? Baskı altındaki bir halk, veya bir "meşru müdafaa" durumu. Burada ilk sorun belki de kendi meşruiyetimizi kendimiz üretmemiz. Eylemimizi yapıyor, bunu meşrulaştıran durumu sonradan üretiyoruz. O anki şiddetin mantıklı bir açıklaması yok belki de.

Devleti devlet yapan şey şiddet tekeli diyoruz örneğin. Bu tekel nasıl elde ediliyor? Önce bir "kurucu şiddet" gerekmiyor mu? Tekeli eline geçiren bu kurucu şiddet oluyor. Meşrulaştırma sonradan geliyor, "başka çaremiz yoktu" cümlesi genelde eşlik eder. Şiddetin en son çare olması gerektiği ifade edilir, ama genelde ilk başvurulanlardan biridir.

Bir şeylere çare olduğu gerçeği de yadsınamaz doğrusu. Bütün dünyada, ister kişiler, ister toplumlar nezdinde olsun, normalde görmezden geldiğimiz, umursamadığımız ama aslında çok hayati olan şeyleri görmemizi sağladığı çok olmuştur şiddetin. Ve bu, genelde daha büyük bir şiddetin sonucu olan tepkisel bir şiddet olarak vuku bulmuştur.

Gel gör ki insanlar gördükleri şiddeti unutmazlar. Bütün eleştiriler, konuşmalar, politikalar unutulur ama şiddet unutulmaz. Öğretmeninizin ilkokulda attığı her dayağı, kulağınızı çektiği her esnayı dünmüş gibi hatırlamıyor musunuz? Peki o şiddet işe yaradı mı, bizi daha iyi/daha çalışkan insanlar yaptı mı? Belki de yaptı, ama mecburiyetten. Öyleyse makbul değil mi?

Kolay mı tahrik oluyoruz acaba? Şiddete bu kadar rahat meyletmemizin açıklaması nedir? Konuşmayı bilmemek mi? Fazla ezilmiş olmak mı? Burada siyasetten, kimliklerden, toplumlardan daha derinlikli bir araştırma yapmak gerekiyor belki de. Şiddetin farklı tezahürleri arasındaki ortak noktayı deşmek gerekiyor, öyle bir nokta varsa tabii..

Galiba kategorik olarak şiddete karşı çıkmak savunulması hemen hemen imkansız bir pozisyon. Kimin kime nasıl bir şiddet uyguladığı çok önemli. Genelde "güçlü" olanın ya da "egemen" olanın şiddeti hoş karşılanmamalı. Ancak, yine devlete dönüyoruz. Herhangi bir devletin çoğuvatandaşı, o devletin şiddet kullanımını doğal ve meşru bir hadise olarak görür bence. Yoksa daha fazla isyan olmalıydı dünyada sanki.

Güçsüz olanın, mağdur olanın şiddeti haklı görülebiliyor bazı durumlarda. Geçen gün izlediğim bir dizide, bir adam, karısını ve çocuğunu katletmiş olan bir diğer adamı çat diye öldürüyor, kaçmayıp suçunu itiraf ediyor ve mahkemede de beraat ediyordu (tabi abd mahkemesi-jüri muhabbeti vs). Bu doğru bir hukuksal süreç mi? Daha doğrusu adil mi? Bunun yerine adamı öldürmeyip polise yakalatsaydı bir "katharsis" yaşamayacak mıydı kahramanımız? Görülen o ki, hayır. Kısasa kısas demek lazım.

Ama bunu dediğimizde bir şiddet sarmalına kapılmak da olası. Kısasa kısas kısasa kısas diye gidiyor. Güçlü-güçsüz arasındaki asimetri bozulabiliyor bazen. Mesela "sivil" öldürmeyen bir örgüt, ama devletin silahlı güçleriyle çatışan bir örgüt..Ya da direk şehirlerin göbeğine bomba koyup patlatan bir örgüt. Veya şiddeti bırakıp siyaseti seçen bir örgüt. Hangisi daha meşru? Hangisi daha başarılı? Hangisi daha çok ses getirir?

Demek ki şiddetle neyi hedeflediğimiz de önemli. Başarı ve meşruiyet "kıstaslarımız" da.

Peki, ben kimim? Şiddete bulaşmamış bir insan olarak şiddete bulaşmış olanlara karşı bir ahlaki üstünlüğüm mevcut mudur otomatikman? Ya şimdiye kadar oluşan mağduriyetlere karşı kayıtsız kalmışsam? Ya bizzat eylemsizliğimle egemen olanın, güçlü olanın "şiddetine" dolaylı da olsa cevaz vermişsem? Ahkam kesme hakkım hala mevcut mu, sırf şiddete bulaşmadığım için?

Şiddete şiddetle karşılık vermek oldukça olağan sayılıyor günümüz dünyasında. Şiddetlerarası bir nedensellik bağı, şiddet eylemlerini açıklamaya ve meşrulaştırmaya yarıyor. En suçlu olan, zincirin ilk halkasını oluşturandır genelde. İlk tokatı atan. Oluşan şey bir mağduriyet, bir asimetri. Aslında kimse bunu haketmiyor çünkü. "Tokat" denen şeyde fiziksel acıdan ziyade insanda bir hakaret hissi barınıyor. Acıttığı için değil, kızdırdığı için tehlikeli sanki tokat.

Peki fiziksel şiddetle eşitlenebilecek şiddetler var mıdır? Farklı türde şiddetler arasında bir paralellik kurulabilir mi? Bunun net bir ölçüsü olabilir mi?

Bunlar hep önsevişme soruları sanırım. Henüz tahrik olmadık, henüz herşey fazla teorik, fazla mesafeli. Siyaset, aktörleri yerli yerine oturtunca mı baş gösteriyor? Mesela kadın cinayetleri. Şimdi toplum ve kültür analizine mi yönelmeli? Sistematik ve evrensel bir sorunla mı karşı karşıyayız yoksa münferit olaylar mı? Erkekler neden bu kadar kolay "tahrik" oluyor? Ve neden anında şiddete başvuruluyor? Cinayet, toplumdan topluma değişebilen bir veri olabilir, ama şiddetin kendisinin yer almadığı bir toplum var mı?

(Bu da bu blogumda yeni bir dönemin başlangıcı olarak kayda geçsin.)

Düşünün!

Hiç yorum yok: